"İnsanları kafile kafile çağırıp, kafile kafile uğurlayan bu dünyada, çoğumuz, kırdığı ceviz boş çıkan bir çocuk gibi, tad ve hoşluk yerine, hayal sukutlarının hüsran ve azapların acılarıyla cevaplanırız."
Bir çocuk dünyaya geldikten sonra, aile, okul, iş yeri, çarşı vesaire vasıtalarla içinde yaşadığı toplumun kültürünü alır, şahsiyetine mal eder. Çocuk bu suretle içinde doğduğu ve yaşadığı toplumun bir uzvu ve temsilcisi olur.
Bütün medeni milletler, çocuklarının dillerini kendi kültür eserlerini bizzat okuyarak anlayacak bir seviyeye getirmek için çalıştıkları, lügat hazinelerini zenginleştirdikleri halde, bizde tam tersi yapılıyor.
"Çesitli sınıflar arasında yerli, yabancı, her türlü propaganda, doludizgin işliyordu. Hemen herkeste, nizami bozulmuş bir hayatın verdiği şaşkınlık vardı."
Günümüze ne kadar benziyor ...
Evlerimiz ne kadar kasvetli ve gri olursa olsun, biz etten kemikten yapılmış insanlar çok güzel de olsa başka bir ülkede yaşamaktansa kendi topraklarımızda olmayı tercih ederiz. Insanın evi gibisi yoktur.
"Şair deme ehl-i dil demektir
Hoş-meşreb ü mûtedil demektir
(Şair demek gönül ehli demektir, iyi huylu, yumuşak demektir.)
...
Şairliğe sûz ü derd lâzım
Endûh u belâ olur mülâzım"
(Şairliğe yanmak ve derd gerektir. Acı ve belâ ondan ayrılmaz.)
"Sonunda Uzun Ihsan Efendi, Alibaz'ı mahalle mektebine yazdırıp hocanın başına bela etmeye karar verdi. Böylece hem kendisi az da olsa kafasını dinleyecek, hem de çocuk bütün gün bağıra tepine yorularak akşam eve bitkin gelecek, bu arada az buçuk ilim irfan öğrenmiş de olacaktı."
Hâlâ böyle düşünen veliler var :))