C.

256 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 1 hours
Didik Didik Freud
Didik Didik FreudSerol Teber
9/10 · 92 reads
Reklam
"Geçmiş yabancı bir ülkedir" diyor L.P. Hartley. "Orada her şey farklı yapılır" diye devam ediyor. Acaba anılarımızın ne kadarını doğru hatırlıyoruz? Bana kalırsa insan zihni, her ziyarette başka şeylerle karşılaştığın garip bir müze. İçinde gezerken bazen “Bu parçayı hiç görmemiştim" diyebiliyorsun. Bazılarının rengi aklında başka kalmış, bazıları belki hiç oraya koyulmamalıymış gibi. Ben işte şimdilerde, başımın üstündeki şahsi müzeme ince ince bakım yapıyorum.
Bazen kendimden çok fazla şey beklerken buluyorum kendimi. Sen de yapıyorsun bunu biliyorum. Oysa kendin dahil kimsenin senden ne beklediği değil mühim olan. Bence mühim olan ne kadar hissederek yaşadığın, yeryüzündeki bu sınırlı zamanının ne kadar tadını çıkarabildiğin. Hayatımız bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçerken, başarılarımızın peş peşe eklendiği bir slayt gösterisi izleyeceğimizi hiç sanmıyorum. Öldükten sonra kimse bizi işe almayacak sonuçta, yanlış mı düşünüyorum? Hayatımızı, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmediğimiz idealler peşinde tüketmeyi değil, yaşamayı savunuyorum. Büyük hayallerle çok zaman kaybettik, artık basit şeylerin zamanıdır Osman.

Reader Follow Recommendations

See All
Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kitabının daha ilk sayfasında şöyle diyor: "Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır." Çoğumuz, dövüşmek isteyip istemediğimiz sorulmadan o kuyulara çoktan itildik. Çıkmak için ya karanlıklar içerisinden bir kurtarıcının belirmesini yahut da ideal koşulların oluşmasını bekliyoruz. Halbuki kurtarıcılar yok, ideal koşullar yalan. Kurtuluş isteyenin kalkıp o ilk adımı atması gerekiyor. Hem ne olacak ki, en fazla yolumuza bir ejderha çıkar Osman.
Bireysel düzlemde başımıza ne geliyorsa, kendimizi bu kadar kurcalamaktan geliyor bence. İnsan denilen makine çok bızıklanınca bozuluyor. Herkes gibi benim de işin içinden çıkamadığım, umutsuzluğun doruklarında gezindiğim zamanlar oluyor. Ancak önceye ya da sonraya takılıp kendimi harap etmemeye uğraşıyorum. Bu günden başka hiçbir güne yüz vermiyorum. Biliyorsun ki geçmişi sevmem, gelecekle işim olmaz Osman.
Reklam
Zaman meselesi ne acayip. Aynaya baktığımda beni üzen zaman, ektiğim bir fidana bakıp büyüdüğünü gördüğümde mutlu ediyor. Zamanla her şey geçiyor da, bu geçicilik de insanı dünyaya yabancılaştırıyor. Zamanın ne bok karıştıracağı gerçekten hiç belli olmuyor Osman.
Gerçekler çoğunlukla acı, her zaman özgürleştiricidir. Bak, sana felsefenin temel ilkeleriyle konuşuyorum. Ben o kayayı sırtımda taşımak yerine,önüme koydum heykel gibi yontuyorum. Bir şeye benziyor mu bilmiyorum ama eserimle gurur duyuyorum Osman.
Artık nadiren olsa da, içimde hâlâ, dünyayı değiştirebileceğime dair yalancı bir umutla ateşlenen görkemli yangınlar çıkıyor. Rus romanlarındaki karakterler gibi yoluma çıkan her şeye meydan okumak geliyor içimden. Kavga etmek, kan dökmek, baltayla adam kesmek yahut hiç olmazsa duvarda bir silah görmek istiyorum. Fakat bunlar yerine uzun kır yürüyüşleri yapmayı tercih ediyorum. Çok sıkıldım, çok yoruldum. Düelloya müelloya gitmiyorum Osman.
Yaşlanmak, mütemadi bir kaybediş ve sanırım ancak bunu kabullenebilenler tadını çıkarmanın bir yolunu buluyor. Günü gelince hepimizin altına kaçıran yamuk yumuk ihtiyarlar olacağımızı hesaba katarsak, ciddiye alacak pek bir şey kalmıyor Osman.
Bir süredir sanki esrarengiz bir senarist tarafından yazılan tuhaf bir çizgi romanın içinde yaşıyorum. Gerçekten işler nasıl bu noktaya geldi hiç bilmiyorum ama aşırı eğleniyorum. Hayatıma şöyle bir bakıyorum da, halen ve daima yaşamaya karşı büyük bir iştah duyuyorum. Bir vincin altında filan kalmazsam ömrümü son bölümüne kadar izlemeyi planlıyorum. Vonnegut'un, her zaman kulak arkası ettiğim bir başka öğüdünde söylediği gibi: "İşler yolunda gittiğinde bir durun ve yüksek sesle, 'Daha ne olsun?' demeyi unutmayın." Hiç unutmuyorum. Dünya her şeye rağmen çok güzel, daha ne olsun Osman.
Reklam
İnsanın kendini elinde tutması hiç kolay değil. Akıl, yabani bir at gibi oradan oraya koşturup duruyor.
Uzun zamandır sana bu mektubu yazmak için cesaretimi toplamaya çalışıyordum. Anlatacak çok şey olduğunu sanıyordum ama öyle olmadığını şu anda hayretle görüyorum. Yani var tabii bir sürü şey ama daha fazlası ne yazık ki içimden gelmiyor. Demek böyle oluyormuş. Ayrılık tam da buymuş, artık anlatacak bir şeyinin kalmaması.
Babam öldüğünde cüzdanından katlanmış bir gazete kupürü çıkmıştı. Olimpos'taki Yanartaş'ın fotoğrafıydı, altında da kısaca bölge hakkında bilgi. Gitmek istemiş de gidememiş, canım benim. Sonrasında oraya defalarca gittim ben. Ateşin karşısına oturup saatlerce izledim. Tam bu noktada, "İşte o anda anladım ki" gibi beylik bir ifade tonuna geçip bu hikâyeden çıkarılacak dersi anlatmaya başlamam gerekir belki. Yok ama, ders mers yok, hayat böyle bir yer değil. İnsan istiyor ki, her şey birbiriyle bağlantılı olsun, işaretleri takip ederek bir sonuca ulaşılsın ve o anda bir aydınlanma yaşansın. Ama olmuyor. Babalar ölüyor, ceplerinden yanan taşların fotoğrafı çıkıyor, sen o taşların yanlarına gidip oturuyorsun, saatlerce bakıyorsun, bakıyorsun ve evet sürpriz: Bir bok anlamıyorsun. Kucağımda anlamadığım milyonlarca şeyle beraber oturuyorum, hiç bilmiyorum Osman.
Bazen saatlerce internetten uzaydaki uyduların canlı yayın akışlarını izliyorum. Her şeyin olağanüstü bir olağanlıkta akması, o sonsuz boşlukta hiçbir şey olmaması ruhuma iyi geliyor, sakinleşir gibi oluyorum. Bu sakinlik televizyonu açana kadar sürüyor. Cennet vatanımızın politik gündeminden saçlarım beyazladı, sinirden yatak sardım, kaputumdan dumanlar çıkartıyorum. Ülkenin hali hal değil, bu olanlar yalnız başına taşınacak gibi değil. Gelip biraz destek atsan ne güzel olur Osman, ben kaldıramıyorum.
Ezan sesi akşamı ve beraberinde babaların eve geliş saatini anons ediyor. Çocuklar apartman kapılarına koşuşuyor düğmesine basılmış oyuncaklar gibi bir bir. Çocuk sesinden eksiliyor sokak. Esnaf, kapı önüne attığı sandalyeleri, kasaları,üzerinde havlu kuruttuğu çamaşırlıkları içeri alıyor ağır ağır.Hava, içine suluboya damlamış bardak gibi koyulaşıyor. Yaz kızartmasının kokusu içeri sinmesin diye açık bırakılmış mutfak balkonlarından tabak çanak sesi yayılıyor sokağa. Sanki her şey yolundaymış gibi geliyor bir an. Mahalle hep bir ağızdan "Boş ver, bu da geçer" diyor, bir yandan da sırtımı sıvazlıyor sanki. Kokular içimi okşuyor. Taze ekmek, kendini yağın kollarına bırakmış patlıcan, yeni kesilmiş karpuz, anason. Hayat dar alanda o kadar da çekilmez bir yer değil, diye geçiriyorum içimden. Televizyon açmadıkça, gazete okumadıkça, o kadar da tatsız bir yer değil.
114 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.