.....hayır, onlar da sorunun bir parçasıydı; insanları ezen ve baskı altında tutan düzenin bir parçasıydılar! Onlar da galip ve küstah sahip sınıfındandı; sıcacık salonları, yiyecekleri, giysileri, paraları vardı ki aç olanlara vaaz verebilsinler, açlar da boyunlarını büküp onları dinlesin! Yoksulların ruhlarını kurtarmaya çalışıyorlardı; kendi ruhlarındaki sorunsa bedenleri için dürüst bir varoluş şekli bulamamış olmalarıydı, bunu ancak bir aptal göremezdi.
Hayvanlar bu kapalı geçitlerin içinde sürekli ilerliyordu; her şeyden habersiz, birbirlerini iteleyerek kaderlerine doğru gidişlerini izlemek tuhaf bir histi: Tam bir ölüm nehriydi.Dostlarımız şiirden anlamadığı için gördükleri manzara insanın kaderine dair metaforlar getirmedi akıllarına; sadece her şeyin muhteşem bir düzende ilerlediğini düşündüler.
Fakat diğerleri öyle değil, canımın içi.Diğerleri kibirli; yatakta, sofrada, yürüyüşte, güçlülere yaltaklanırken ya da kafede tok bir sesle garsonu çağırırken, hepsi o kadar kibirli ki, kibir artık bana insanlığın devasız hastalığı gibi geliyor.
Fakat altmış yıl boyunca yoksul olmak, aile ve toplum karşısında hiç ses çıkarmadan görevini yapmak ve bunu yaparken insanca, haysiyetli ve hatta belki keyifli kalmak: Gerçek kahramanlık budur.
Özlemini çektiğimiz, idealleştirdiğimiz birini insan boyutlarına sığdırma cesaretini uzun süre gösteremeyiz.Şimdi birlikte yaşıyorduk ve geçip giden yıllarımıza ateşli bir hastalık gibi çöken dayanılmaz gerilim ortadan kalkmıştı, artık birbirimiz için sadece insandık, bir erkek ve bir kadın, bedensel zayıflıkları ve gündelik sorunları olan insanlar ve buna rağmen hala beni, benim kendimi hiçbir zaman görmediğim gibi görmek istiyordu.Bir rahip ya da başka bir dünyadan gelmiş, yüce bir varlık gibi.Oysa ben sadece umut eden, yalnız bir insandım.