“Neyse, fazla vaktimiz yok. Artık karar vermelisin.”
..
“Karar vermeli ve bitirmelisin. Hayat böyle bir şey işte, basit ve yalın. Soluk al, ver, al… Basit ve yalın.”
Belki korkmalıydım. Ama bu kıpırtısız liman kentinde korkacak hiçbir şey yoktu ki… Ölüm bile yoktu sanki. O da, tramvaylar gibi, tam vaktinde gelirdi, ne önce, ne sonra…
Bu gözlerin hiçbirinde kaygı yoktu,
omuzların hiçbirinde yük. Bu şen gönüllerde belki tek üzüntü, belki tek gizli kahır yoktu. Ve ben genç ve çiçeği burnunda bu insanlarla yan yana yürüyordum, saadetin ne olduğunu çoktan unutmuş, içimde bu düşünceyi okşayıp, korkunç bir haksızlığa uğradığım sonucuna varıyordum. Şu son ayların bu acayip zulmü neydi bana karşı? Eski salim kafamı bulamıyordum artık. Her zaman, her yerde en tuhaf azapları ben çekiyordum.
…evim kumdan kaleymişçesine hoyrat bir elin darbesiyle yıkıldığında, güzelim sahilim için de “Oralar artık sizin değil” denildiğinde kalakaldım. Hazırlıksızdım. İnsan yok oluşa nasıl hazırlayabilir kendini?
“Sadece kendimi var etmek istedim her şeyimle. Hepsi bu. Kimsenin bana saldırmasına gerek yok aslında. Kendi olma mücadelesi yeterince büyük bir ceza.”