Babama hayran olduğumu, sana daha önce söylemiş miydim? Doğalarımız gereği, onun bana, benim de ona düşman olduğumuzu biliyorsun, ama bunun dışında kişiliğine beslediğim hayranlık da, belki ondan duyduğum korku kadar büyüktür.
Başarılı bir yas işi için gerekli iki ana bileşen vardır. Birincisi, ilişkimizi bizim için ne anlama geldiğini değerlendirmek üzere yeniden gözden geçirmek, ikincisi ise onu geleceği olmayan bir hatıraya dönüştürmektir.
Rüyalar, bilinçdışımızla bağlantı kurar, arzularımızı yerine getirmemize yardım eder, sorunlarımız üzerinde çalışır ve uyanık yaşamımızda kabul edilemez saydığımız düşünceleri dile getirirler.
Tam olarak yas tuttuğumuzda, kendimiz ve insan olmak hakkında daha çok şey öğreniyoruz. Öğrendiklerimiz yalnızca daha fazla psikolojik olgunluk kazanmamızı sağlamakla kalmıyor, yaşamla barışık olma kapasitemizi de arttırıyor. Acı verici ve zayıflatıcı bir kaybın bizi zenginleştirdiğine inanmak hiç de kolay değil ama bu kesin bir gerçeklik. Kayıp, can yakıcı bir armağan…
Ölüm, kayıpların en somutudur. Ölüme verdiğimiz tepkilerde, tüm yarım kalmış, dayatılmış ya da aceleye getirilmiş ayrılıklarımızın kalıntılarını görürüz.
Yas tutma yetisini bozan dört etken vardır: Birinci etken, kişinin duygusal yapısıdır. Çocukluk gereksinimleri yeterince karşılanmamış ya da bir dizi kayba uğramış kişiler, keder duymakta zorluk çekebilirler.
İkinci etken, kaybedilen ilişkinin özgül doğasıyla ilgilidir. Aşırı bağımlı ya da bitmemiş meselelerle yüklü bir ilişkinin bırakılması daha zordur. Üçüncü etken, kaybın koşullarıyla ilgilidir. Birinin aniden ya da kötü bir biçimde ölümünü kabullenmek daha zordur. Dördüncü etken, günümüzde kederin dışavurulmasına karşı toplumsal kısıtlamalardır.
Çözümlenmemiş kayıpların varlığını sürdürmesi yakın ilişkiler üzerinde daha fazla yıkıcı etki yapar. Yas tutamayan kişiler, uzun süreli sevgi bağlarını da sağlıklı biçimde sürdüremeyebilirler. Bağlarına ya sıkıca tutunurlar ya da yeterince sıkı tutunamazlar.