insanlar, geçiciliğin anızlarını görmeye meyillidir ve hayatlarının hasadını sakladıkları dopdolu ambarları unuturlar: Görevler yerine getirilmiş, sevilenler sevilmiş ve en az bunlar kadar önemlisi, ıstıraplar cesaret ve onurla geride bırakılmıştır.
Bir benzerlik kurmak için bir filmi gözünüzde canlandırın: Teker teker binlerce resimden oluşur ve her biri mantıklı ve anlamlıdır. Yine de son kareyi izlemeden filmin anlamını kavrayamayabiliriz ancak her bir bileşenini, her bir tekil resmi anlamadan da filmi anlamamız mümkün olmaz. Hayat da böyle değil midir? Varsa, hayatın nihai anlamı da sadece ölüm döşeğinde en sonda anlaşılır olamaz mı? Nihai anlam da her bir tekil durumun, bireyin bilgi ve inançlarına en uygun şekilde gerçekleştirilmesine bağlı değil midir?
Herkes hayatında tamamlanması gereken bir ödevi beraberinde getiren bir iş veya misyonla karşı karşıyadır. Kimsenin yerine başkası geçemez ve kimse hayatını tekrar yaşayamaz. Bu yüzden de herkesin hem görevi hem de bunu yerine getirmek için olanakları özgündür.
Hayatta her durum, insana bir mücadele alanı ve çözülmesi gereken bir sorun sundukça hayatın anlamı değişebilir.Temel olarak insanın kendine, hayatının anlamının ne olduğunu sormak yerine, bu sorunun muhatabının kendisi olduğunu anlamasi gerekir. Herkes hayat tarafından bir sorguya çekilir ve hayatı sadece kendi hayatıyla, kendi sorumluluğuyla cevaplayabilir.