Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Süleyman savrın

Süleyman savrın
@Savrinsuleyman
Sabitlenmiş gönderi
Ölüm Var
Bu dünyanın gamı, kederi bitmez Bir de çeksen, bin de; gene, fark etmez Çekilen cefalar, boşuna gitmez Evvel, ahir, mutlak; ölüm var, ölüm. Bu dünya fanidir, dünyaya kanma Değmeyen şey için; kavrulma, yanma Zerre iyi, kötü; kaybolur sanma Evvel, ahir, mutlak; ölüm var, ölüm Kibir gömleğini, giymeyin atın Pek fark etmez; ustalığın, sanatın Sürecek sanma ha, bu saltanatın Evvel, ahir, mutlak; ölüm var, ölüm.
Reklam
Yarınım yok.
Belki dumanım belki külüm Solgun, kimsesiz bülbülüm Dikene aşık bir gülüm Beyaza erişemeyen bir dünüm
Ne Ekersen Onu Biçersin Şeyh Sadi Şirâzî (kuddise sırruhû) “Bostan” adlı meşhur kitabında şöyle anlatıyor: Gaddarlığıyla ünlü bir köy ağası bir kuyuya düşmüştü. Sabahlara kadar yalvarıp yakardı, inleyip sızladı. Derken, adamın biri gelip tepesine bir taş yükledi ve şöyle dedi: “Sen kaç kişinin feryadına yetiştin ki can kurtaracak adam arıyorsun? Sürekli alçaklık, namertlik tohumları ektin, bugün harman vakti geldi. Bak bakalım eline ne geçti. Senin elinden yaralı gönüller inlerken senin yarana kim merhem olur? Bizim için sürekli kuyu kazıyordun, sonunda kazdığın kuyuya kendin düştün. Halk içinde kuyu kazan iki tip insan vardır. Biri güzel huyludur, hayır sahibidir, insanların içini serinletmek ister. Öbürü kötü nam salmıştır, insanların oraya yuvarlanmasını ister. Yaramaz kişiler iyilik ummasın. Ilgın ağacının meyvesi asla üzüm olmaz. Güzün tarlasına arpa eken, hasat zamanı buğday çekeceğini ummasın. Ne kadar da emek çeksen zakkum ağacından meyve alamazsın. Kardeşim, ne ekersen onu biçersin.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kendin ol
Burası insanların içini döktüğü Edeb ile adabın bir olduğu Şiir ile şarkının yar olduğu Güzel kalplerin nur olduğu yer değil mi Neden başkasının asası ile yürüyoruz. Neden başkasının sözleri ile kendimizi tamamlama gereği duyuyoruz. Kafamıza silah dayayan da yok. Bugün hangi yolda gidersek Yarın o yolda kayboluruz.
Dopdoluyum sepetim kırık
Çok üzgünüm Senin istediğin gibi biri olamadığım için Çok üzgünüm Seni senden Seni benden daha çok sevdiğim için Kıymetini bilir diye Yüreğimi ellerine emanet ettiğim için Pişmanım Sana güvendiğim için Pişmanım Aynı sevda yolun da seninle yol aldığım için Mutluluk denen gemiye Mutlu son olsun emriyle Kaptana emir verdiğim için Çok pişmanım Lakin sen de çoktan pişmansın.
Reklam
Zenginin kamburu olmaz
Para bu kadar değerli mi Sırtında başkasının semeriyle Kendi yükün yetmiyormuş gibi Bir de başkasının yükü altın da ezilmek Birine köle olmak Sevmediğini bildiğin halde Sırf rahat edeceğini düşünerek Onun çizdiği resim kadar olmak Sen gökyüzü mavi desen de O mor dediğin de susmak Bilemedim. Bu zaman ne zamanı Bilemedim Bu ne yaman çelişki
Keşke biraz zamanım olsa Düşünmek için Aklım ile kalbimi Bir arada pişirmek için
Hayat çok adil
Her insan şansı ile doğarmış Şeytan tüyü derler ya İşte öyle birşey Çalışırsın, çabalarsın Yıkılırsın, doğrulursun Emek verir yorulursun Birileri çıkar karşına Parçalar dağıtır Neyin var neyin yoksa Sen elin de kalemin Gözün de elemin Kalbin de sitemin ile kalakalırsın Bunada adalet derler Oturur kutlama yapar Afiyetle emeklerini yerler.
boşlukta kalmak
Bugün lalim Dilsizim amayım Nerden başlayayım diyorum. Kalem elim de Sırtım da kemendimle Beyaz bir kağıt Bugün ne yaptım diye düşünüyorum Arkasın da bir ağıt Neyse bugün geçti Yarın ne yapsam Bu elemi neyle kapatsam Çekirdek kola yapıp Sahilde taş mı atsam Yok olmuyor. Hangi tarafa dönsem Boşum dolmuyor Susmak en iyisi galiba Ya da düşünmemek Bugünden yarından Habersiz yaşamak Olmuyor, olacak, olmadı Ne yapsam da bu kadeh Bu boş fıçı Senden öteye yol almadı.
Sözlerim diken gibi batar Her daim birşeyler katar Kimi atar kimi tutar Sen de anlamıyorsan Kaç kendini kurtar.
Reklam
Hiç doğru insanla karşılaşmadım Belki de ben doğru değildim Yamacıma kimse yanaşmadı
Çok YORULDUM.
Çok yoruldum Tek başıma savaşmaktan Tek başıma yol olmaktan Vefasız yüreklere yalvarmaktan Sürekli koşup Yol alamamaktan Düştüğümde herkesin el uzatıp Fırsatını bulunca çelme ile yıkılmaktan
Manzara çok güzel fakat Heryerim taş kalpli duvarlarla çevrili Ne bana tattırıyorlar. Temiz havanın miski amber kokusunu Ne de kendileri biliyor Bir nefesin ne kadar değerli olduğunu Yağmur gibi Aşk gibi su gibi
Sizce devam etmeli miyim? Yoksa çok mu basit olmuş
Bir cennetim vardı Saçları bukle bukle örülü Dünya ayaklarının Altın da serili Kemendini boynuma taktı Önce güldü, mutlu etti Kor alevi misali Sonra yaktı
Ziyandadır.
Müstakim olmadıkça edib olmak ne mümkün Hakikati yazmayan her kalem ziyandadır. Tazarru fayda vermez ahir ömür ah etmek Dede istiğfar eyle geçen gün ziyandadır. Necmi dede
BARDAĞI YERE BIRAK...
Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. “Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu. Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler. “Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“ Ama, benim sorum şu: Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?” - Hiçbir
Reklam
Masanın boşta kalan ayağı
Masa da masaymış ha Masa başın da ben Karşım da pişmanlıklarım Yanıma dizilmiş tek tek dost sandıklarım Yarış bitti diye Arkasına bakmadan koşanlar Sevdik diye hançer saplayanlar
Ünlü bir düşünür diyor ki Gençliğimi kaybettim, Hayallerim ayaklar altın da sere serpe ucuza kapattım yaramı Yoktu çünkü saranım Pişmanım. Fakat kimseye Düşman değilim.
Çok mu bencil yaşıyoruz hayatı
Bana bu gün birisi geri düşünceli dedi. Haklıydı. Geri düşünceliyim. Ama bunu söylediğim sözlerle ya da yaptıklarım nezdinde demiyorum. Her attığım adımı, her yaptığım işi, her çaldığım kapıyı geri düşünüyorum. Geri düşünüyorum ki bir önce yaptım hatanın, adımımın yanlışını düzeltmek için, çaldığım kapıları güler yüzle açılıp güler yüzle kapanması için, Edeple yürüyüp, adapla nefes almak için geri düşünüyorum. Düşündükçe kendimi tanıyorum. Kendimi bendime sığdırıyorum. Kendimi deniyor, denediğim ölçüde hatalarımı, boşa harcadığım nefesleri azaltarak ilerliyorum. Ve kalburun üstün de kalan taneler misali eliyorum. Boş olan kabın içindeki ışıltı gibiyim. Ne elini uzatıp da güzel bir meyve, ne de aç kalmış bir garibana bir kaşık çorba var. Benim ışığım, benim kabuğum yalnız benim içimi doldurup yalnız ben de yansıyor. Kapkara zindana da atsan bu kabı asla kaybolmuyor. İşte böyle merhamet Ne kadar karanlığa hapsetsen de bunu yaparak kendi ışığını kaybediyor, siyah saçlarını aka dönüyor desen de vazgeçemiyorsun. Bu sefer kimse umrum da olmadı desem artık kendim dahi inanmıyorum. Bu yalanlarıma.
Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş
Adaletli kura çekimi
Bugün çok güzel bir ata oynadık. Adı kıymet Yolu onur Sonu... Ne çıkarsa bahtına dedik düştük yola Geçenlerde bir kuraya katıldım. İş başvurusu 11 kişi alacaklardı. Ve tam 560 kişi başvurmuştu. Aslın da ümidim yoktu. Çünkü daha önce kaybettiğim savaşların kurumuş çiçekleri her zamanki yerin de saklı bekliyordu. Tozlu raflardaki kıymet bekleyen
Sensiz kelepçe
Bilirim sesimi kimse duymaz Aşk sarhoşu bedenim Duysada gece bile aldırmaz Zemheri de kaldı ellerim Uzaksın bana çok uzak Cennetteki meyve kadar yasak Gözlerin Kenan misali tuzak Kim düşerse olacak tutsak
Reklam
Kör heves
Körün gözü açılır. Yattığı yatak, içtiği su Aldığı nefes Benim sanır Dünyalık heveslere Kuş cıvıltısına, Kul mırıltısına aldanır. Dünyanın rengine Şatafatına inanır Her yanı beyaz sanır Bilmez ki kara sınır Gece çökünce. Doğru olan Dik duran Savaşan Sevgi ile dağlar aşan insanlar aydınlanır.
Arıyorum.
Nefis denen celladın Keskin sirkesine talip Ölüm ile azrailin Karşısın da galip Ben beni arıyorum.