Sorun hiçbir zaman düşmekte değil, olmayacak da. Sorun düştüğün yerden kalkamamakta. Sorun düştüm diye dünyaya sırt çevirmekte. Sorun ben küstüm, oynamıyorum tavrıyla yaklaşmakta hayata. Yüz kere düşüp yüz kere ayağa kalkmalı insan. Yüz kere yenilip yüz kere kalkıp savaşmalı hayatla. Ki zaten hayat yolu yeknesak bir düzlemde çiçekli bir manzara eşliğinde ilerlemeyecek. Yol bazen patikaya çıkacak. Bazen çamura bulanacaksın dizine kadar. Bazen yokuşlar dizlerini kanatacak. Hayat düşmenin ve kalkmanın, kazanmanın ve kaybetmenin yan yana olduğu o mecra ve sen kalıp yaşayacaksın. Ve sen kalıp savaşacaksın, mecbursun buna.
Dünya yalnızca mutlu olunmak için var olmuş bir yer değil. Hiçbir zaman da olmayacak.
Çünkü insanı insan yapan yenilgileridir hep.
Biz ya sevgiye olan açlığımızdan, ya yarım kalışlarımızdan, ya pişmanlıklarımızdan yahut bunu bir fırsat, bir lütuf gibi görüp mübalağasını yaparak sevginin dozunu kaçırmamızdan, sevmeyi beceremiyoruz. Hayatımıza dahil olan herkes için, hiçbir şekilde menfaat gözetmeksizin, kısmadan veriyoruz sevgimizi. Öyle ki, o an yeryüzünde bir başkasına sunacak sevgi bırakmıyoruz içimizde. Her şeyi “âlâ” diyene dek yaşamak istiyoruz. Bağlanıyoruz.
“Halbuki insan zayıf yaratılmıştır.”
“Gerçekten insan pek nankördür.”
Bunu unutuyoruz..!