O kadar güzel bir gün vaad edip sanki neden
Pelerin giydirmeden yola çıkardın beni?
İndi de kem bulutlar yarı yola gelmeden,
Hain duman gizledi senin alp görkemini.
Bora görmüş yüzümü yağmurlar ıslatınca
Yetmez bulutu delip kurulamağa koşman;
Övgü olmaz yaraya iyi eden ilaca
Utanç denen illete olamıyorsa derman.
Senin utanman benim yüreğimi dağlamaz;
Sen pişmanlık duysanda olanlar yalnız bana;
Suçlunun üzüntüsü, pek teselli sağlamaz
O suçun çarmıhını sırtında taşıyana.
Ah, sevginden dökülen o inci gibi yaşlar:
Onlarda şerre fidye illetlere deva var.
Duvarlar. Hastaneye yolu düşen insanların muhtemelen en çok baktıkları yerlerdi. Çünkü hastaneler umut ve umutsuzluğun garip bir denge oluşturduğu devasa bekleme salonlarıydı. Kimi kendisi için beklerdi, kimi çok sevdiği bir yakını için. O nedenle çok önemliydi duvarlar. Uzun uzun bakıp daldığınız yerlerdi. Bazıları yattığı yerden saatlerce tavanı seyrederdi bazıları ise oturduğu yerin karşısındaki duvarı. Sanki beyninizin içinde yer alan bir projeksiyon cihazı korkularınız ve hayallerinize ait görüntüleri yansıtıyormuş gibi bakardınız duvara. İnsanların dışarıdan gördüğü öylece duvara bakan biri olsa da siz pişmanlık, özlem, umut ve dualardan oluşan filminizi sessizce izlerdiniz.