Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şeyma

Bir toplum, çok hızlı, aşırı hızlı gitmek gerektiği için, gençlerine zamanı öznelleştirme olanağını vermiyorsa gençlik melankolik olur. Harekete geçemeden pes eder.
Reklam
Can sıkıntısı içsel bakışa ilişkindir ve bir hikâyeye kendini kaptırarak da bir resme ya da bir manzaraya dalarak, bir müziğe kulak kesilerek uyunabilir. Byung-Chul Han'ın can sıkıntısı övgüsü aslında düşünceye dalmanın övgüsüdür ve düşlere, düşüncelere dalmak bize zamansallığa erişimi geri kazandırır: "Sürenin biçimleri ve durumları aşırı hareketlilikten sıyrılır."Ona göre insana özgü olan eylem değildir, Hannah Arendt'in düşündüğü gibi, derin düşüncedir.
Sıkıntıya karşı tahammülsüzlük kaçınılmaz olarak aşırı olumluluktan kaynaklanır. Dikkat kapasitemiz bize ulaşan bilgilerin çokluğuyla durmaksızın uyarılır. "Çok işlevli" olmak gerekir. Bu bir çoğalma, bir ilerleme değil, bir gerilemedir. Hayvanlar aynı anda birçok şey yapabilir, çünkü ilke olarak sürekli tehdit altındadır. Vahşi hayvan dikkati elden bırakamaz, sürekli teyakkuz halindedir. Video oyunları bizi vahşi hayvanın yaşam koşullarına geri götürür. Derin can sıkıntısının lüksünü tatmaksızın giderek daha çok hayatta kalma çabası içerisinde yaşarız.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çağdaş toplum yalnızca öznelliği değil, bitkin düşen Ben'i bile tehlikeye atar. Yorgunluk kamburlaşan, yavaşlayan, gerilen bedenin görünümüne zarar verir, surat çöker ve gözaltlarında halkalar oluşur. Hiçbir dinlenmenin dindirmediği bu yorgunluk, kendisine yönelttiği suçlamalar altında ezilen kişiyi kendisinin düşmanına dönüştürmekten öteye gitmez - daha fazlasını yapamamak, dahası uyumayı, dinlenmeyi bile becerememek. Sorun artık telafinin nasıl olacağı değil, insanın kendisini nasıl toparlayacağıdır. Yorgun kişi için bu hedef, uzun bir seferin sonunda belki ulaşılabilecek uzak bir ülke gibi görünür.
Oblomovluğun günümüzde kendine has yanları mevcut. Vakitlerini yatakta geçiren ergenler günbatımlarına değil bilgisayarlarının ekranındaki dizilere bakıyorlar. Zihinsel bağımlılık yaratan dizi onlara kendi hayatlarından başka bir hayatı yaşatıyor ama bu hayat Adam Phillips'in övdüğü "yaşanmamış" hayat değil, çünkü kişisel değil.
Reklam
Tuhaf biçimde, artık kalmayan zamanımızı çarçur etmemenin önemli olduğu bir sırada, gençler zamanlarını yatakta geçiriyor. Yatakta az uyuyorlar ama orada yemek yiyorlar, orada film seyrediyorlar, orada çalışıyorlar. Yeni toplum fenomenidir bu. Oblomovluk gençliği ele geçiriyor. Performans ideolojisiyle yetiştirilen çocuklar gerçekten de İvan Gonçarov'un 1859'da yayımlanan romanının kahramanı olan Oblomov gibi davranıyorlar. İlya Ilyic Oblomov, derebeyleri tarafından en ufak bir hareketinden bile sorumlu tutulmaya çocukluğundan beri alışık ve her türlü dalavere işi yapmaya ahlaki olarak muktedir olsa bile iyi huylu, yumuşak, namuslu, zalim olmayan bir soyludur. Hayatı sever, çocukluğunu sever, sevmeyi sever. Ama koltuğundan kalkmaz. Aşk yolunda bile olsa her hamle onun ataletiyle ketlenir. Kendi hayatını düşler, düşü gerçeğe yeğler ve giriştiği bir işin sonunu asla getirmez.
116 syf.
·
Puan vermedi
Hakları Ve Saygınlığıyla İslamda Kadın
Hakları Ve Saygınlığıyla İslamda KadınHuriye Martı
8.6/10 · 288 okunma
"Çalışma" denince maddi ve dünyevi karşılığı olan bir işte devamlılık anlaşılıyor. Halbuki İslâm'ın temel metinlerinde "amel" kelimesi ile ifade edilen "çalışma", kişinin Allah'a kulluk etmesi, kulluğuna lâyık işler yaparak O'nun kurduğu kâinat düzeninde ahenge katkıda bulunması anlamına geliyor.
Kadının, kapasitesine, niteliklerine, birikimine, niyetine ve şartlarına göre iş hayatına atılmasını ve buna bizzat kendisinin karar vermesini sağlayalım. Bu noktada modernizmin ya da geleneğin kadının çalışması hakkında son sözü söylemesine ve tek taraflı bir gerçeklik algısı oluşturmasına izin vermeyelim. Aksine geleneği ve modernizmi mutlaklaştırmadan her ikisini de sadece birer perspektif olarak kullanan bir bakışla yeni bir kurgu yapalım.
Tarihsel olarak bakıldığında, eşin, "birinin kontrol ettiği bir başkası" anlamına dönüştüğü görülmektedir. Buradaki en büyük tehlike, çoğunlukla erkeğin bazen de kadının kontrolünde süren, tek elden yürütülen yani "doğrusal" bir ilişkinin varlığıdır. Oysa "eş" kelimesinin bizzat kendisi, taraflardan birini başkalaştırmaya, ötelemeye ve etkisizleştirmeye izin vermeyecek şekilde "iki uçlu"dur. Dolayısıyla eşler arasındaki ilişki "döngüsel" ve bütünleyici olmalıdır. Bu da ancak her iki eşin de "insan" olarak muhatabının varlığına saygı duyması ve onun gerçekliğini kabul etmesi ile mümkündür.
Reklam
Kadının hayatın bir bölümüne sıkıştığı ve ikincil hizmetlerle görevlendirildiği konumun anlamsızlığı, hatta toplumsal gelişimi ne derece sekteye uğrattığı ortadadır. Hz. Peygamber, kadının saygın varlığını kabullenen, kimliğini tanıyan ve ayrı bir kişilik olarak hayatta yer edinmesini destekleyen bir bakışla insanlığı tanıştırmıştır. Zira böyle bir bakış, kadına hakkını teslim etmekle kalmayacak, onun var olan donanım ve hak edilmiş statüsünü açığa çıkararak toplum yararına sunabilmesinin önündeki engelleri de bertaraf edecektir.
"Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir." ayeti, eşlerin birbirlerine ne sunmaları ve ilişkilerinin hangi bağlarla güçlenmesi gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Birlikte yaşamanın ve insanî ihtiyaçları gidermenin çok ötesinde, Sınavı birlikte göğüsleme, hayatı birlikte tanıma, anlamlandırma ve yönlendirme manasına gelen eş olma statüsü, kadını ve erkeği doğal olarak birbirlerinin yanı başına yerleştirmektedir.
Hz. Adem'in cennetten çıkarılışını eşinin hatasına bağlayan, dolayısıyla dünyadaki ilk adımdan itibaren kadını erkeğin yanında değil karşısın da konumlandıran bir inanış, öncelikle Kur'an-ı Kerim tarafından reddedilmiştir. Hz. Âdem'i aldatanın Şeytan olduğunu israrla yineleyen Kur'an, iki eşin Şeytan'a birlikte kandıklarını ve hatayı birlikte işlediklerini, sonuçta da birlikte cezalandırıldıklarını anlatmaktadır. Yaratılışa kadar uzanan böyle bir "asli günah" suçlamasının önüne geçmekle Kur'an, kadının hangi konumda var edildiğini doğru olarak anlamamıza da imkân hazırlamaktadır.
Kadın, Hz. Peygamber sayesinde üzerine ek bir değer yamanmış, aslında değeri tartışmaya açık olduğu halde din ile değer kazanmış bir varlık değildir. Son Elçi'nin yaptığı, kadına değer atfetme değil, onun fitraten var olan değerini açığa çıkarma faaliyetidir. Şu halde, dinin kadınla ilgili yeniliklerini, onun haddizatında sahip olduğu değerin, aile, toplum, din, ekonomi, siyaset ve tıp gibi alanlarda tezahür edebilmesinin önündeki kültürel ve tarihsel engelleri ortadan kaldırma adımları olarak tanımlamak mümkündür.
Elbette Allah Resûlü, hayatın her alanında olduğu gibi, kadın konusunda da vahyin ışığında hareket etmektedir. Meleklerine "Yeryüzünde bir halife yaratacağım" buyururken ve "insanları yeryüzünün halifeleri kıldığını" söylerken cinsiyete yer vermeyen Allah Teâlâ, 'halifelik' gibi bir onur ve sorumluluğu hem kadına hem de erkeğe yüklemektedir. Dolayısıyla erkeğin halife ama kadının belki de en iyi ihtimalle halife yardımcısı olabileceğini söyleyen zihniyetin, Cenab-ı Hakk'ın ayetlerinden beslenmediği açıktır. Kadın ve erkek, Yüce Yaratıcı'nın ifadesi ile birbirinin eksiğini giderip, açığını kapatan, bürüyüp koruyan birer örtü ya da elbise gibidir. Bir iyilik yaptıklarında aynı mükâfata lâyık görüldükleri gibi, bir hata işlediklerinde de aynı cezayı hak eden bu iki can, insan kavramını temsilde birbirlerinin önüne geçemeyecek kadar aynıdır.
185 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.