Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

S.B

S.B
@Sezginb
lisans
60 okur puanı
Ağustos 2017 tarihinde katıldı
Ve bazı acıların dili yoktur, ifade edemez kendisini, anlatacak kelime bulamazsın. Çünkü bazı acılar sessizdir tıpkı ölüm gibi... Hoşça kal sevgilim, hoşça kal ela gözlüm... Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey de çok da ciddi değildir aslında. (Franz Kafka)
Reklam
Beni yalnızca bu hayata bağlayan sebep, kızımız, Eda'mız. Onun için güçlü olmak zorundayım. Kızımız olmasaydı eğer, gözümü bile kırpmadan senin yanına gelirdim. Seni oralarda tek başına bırakmazdım. Sevgilim söyler misin soğuk mu oralar? Üşüyor mu ellerin? Sen karanlıktan korkarsın ve sen üşürsün oralarda bilirim. Ben burada sensiz çok üşüyorum bir tanem. Beni ısıtacak olan güneşim artık yok yanımda, bir daha doğmamak üzere batıp kayboldu. İstediğim zaman sana sarılamayacak, yüzünü göremeyecek, teninin kokusunu iliklerime kadar içime çekemeyecek, doyasıya öpemeyecek ve sesini duyamayacak olmak var ya, işte bunları düşündükçe aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Telefon numaranı silmedim rehberimden hala, silemedim. Elim varamaz ki silmeye. Eşyaların bile bıraktığın gibi, hiçbirine dokunmadım çünkü hepsinde senin kokun var. Evimiz sen kokuyorsun, üstüm başım sen kokuyorsun halen sevgilim. Gelecek diyorum, nasıl gittiyse geri gelecek, bizi bırakmayacak, iş seyahatine gitti ve bu seyahat birazcık uzadı diyorum kendime, bu da benim kendimi avutma şeklim belki de. Bu şekilde yüreğim biraz daha hafifliyor. Gelmeyeceğini bile bile, döneneceğin günü sabırsızlıkla bekliyorum. Biliyorum gelmeyeceksin ve biz yarım kalan hayallerimizi asla gerçekleştiremeyeceğiz. Yarım kaldı aşkımız, doya doya yaşayamadık sevgimizi. Biz seninle tamamlanmamak üzere hep eksik bırakıldık. Doyamadı ellerim ellerine, bakamadı gözlerim, gözlerine. Gülüşlerini çok özlüyorum ela gözlüm. Sözün özü, ben seni çok özlüyorum. 2<
Beni yalnızca bu hayata bağlayan sebep, kızımız, Eda'mız. Onun için güçlü olmak zorundayım. Kızımız olmasaydı eğer, gözümü bile kırpmadan senin yanına gelirdim. Seni oralarda tek başına bırakmazdım. Sevgilim söyler misin soğuk mu oralar? Üşüyor mu ellerin? Sen karanlıktan korkarsın ve sen üşürsün oralarda bilirim. Ben burada sensiz çok üşüyorum bir tanem. Beni ısıtacak olan güneşim artık yok yanımda, bir daha doğmamak üzere batıp kayboldu. İstediğim zaman sana sarılamayacak, yüzünü göremeyecek, teninin kokusunu iliklerime kadar içime çekemeyecek, doyasıya öpemeyecek ve sesini duyamayacak olmak var ya, işte bunları düşündükçe aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Telefon numaranı silmedim rehberimden hala, silemedim. Elim varamaz ki silmeye. Eşyaların bile bıraktığın gibi, hiçbirine dokunmadım çünkü hepsinde senin kokun var. Evimiz sen kokuyorsun, üstüm başım sen kokuyorsun halen sevgilim. Gelecek diyorum, nasıl gittiyse geri gelecek, bizi bırakmayacak, iş seyahatine gitti ve bu seyahat birazcık uzadı diyorum kendime, bu da benim kendimi avutma şeklim belki de. Bu şekilde yüreğim biraz daha hafifliyor. Gelmeyeceğini bile bile, döneneceğin günü sabırsızlıkla bekliyorum. Biliyorum gelmeyeceksin ve biz yarım kalan hayallerimizi asla gerçekleştiremeyeceğiz. Yarım kaldı aşkımız, doya doya yaşayamadık sevgimizi. Biz seninle tamamlanmamak üzere hep eksik bırakıldık. Doyamadı ellerim ellerine, bakamadı gözlerim, gözlerine. Gülüşlerini çok özlüyorum ela gözlüm. Sözün özü, ben seni çok özlüyorum. 2<

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Aradan iki hafta geçmişti, Melek, Fatma, Ali bebek, Eda bebek, Neriman, Selami, Ramazan Serkan hep birlikte Eda'nın mezarını ziyaret etmeye gelmişlerdi. Dualar okundu, Eda bebek, annesine gösterildi. Biz geldik sevgilim. Kızımız, Eda'mızı da getirdim sana. Sen hayatımızdan melek olup gideli tam tamına iki hafta oldu sevgilim. Dile kolay iki hafta ve ben o iki hafta boyunca nasıl yaşadığımı bilmiyorum. Yaşayan bir ölüden farkım yok, keşke sana hasret kalmak yerine bende seninle birlikte o toprağın altına girebilseydim. Hasretin bana o kadar ağır geliyor ki sevgilim, nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum. Yüreğim bir kor yangın gibi yandıkça yanıyor, sönmek nedir bilmiyor. Ateş düştüğü yeri yakıyormuş, şimdi daha iyi anlıyorum.
Olduğu yere yığıldı Serkan. Duyduklarına inanmak istemedi. Olamazdı, Eda onları bırakıp gidemezdi. Neriman Hanım hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bu duruma kimse inanmak istemiyordu. Öz kızı olsa bu kadar severdi Eda'yı. Meltem'in sevmediği kadar sevmiş ve sahip çıkmıştı Eda'ya her zaman. Herkese "Eda benim gelinim değil, kızım." Diye söylüyordu. Selami ise güçlü olmaya bir yandan oğlunu öteki yandan karısını sakinleştirmeye çalışıyordu. "Ben senin ve kızımızın hayalini kurarken sen ellerimden bir yıldız gibi kaydın ve gittin bizi bıraktın Eda. Şimdi ben sensiz ne yapacağım. Sensiz kızımıza nasıl bakacağım. Kızımızın sana çok ihtiyacı var ela gözlüm ne olursun aç gözlerini. Şaka yaptım de, yine o güzel gülüşünü göster bana. Bu bir rüya olsun. Allah'ım ben bu acıyla nasıl yaşayacağım. Kızımızın yüzüne ben nasıl bakacağım? gözünden aktığı gözyaşı bebeğin yanağından kayıp yere düşmüştü. Bebek ağlamaya başladı. Hemşire bebeği kucağına aldı ve bebek bakım odasına götürdü. Serkan, duvarları bütün gücüyle yumrukluyor ve tekmeler atıyordu. Elleri mosmor ve kan içinde kalmıştı. Yüreğinden taşan gözyaşları sel gibi akıyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyor yeri göğü inletiyordu
Reklam
Sevdiği ve seneler boyu unutamadığı bir adamı, başka bir kadına kaptıramazdı. Serdar, onundu ve öyle kalacaktı. Serdar'ın kendisine tekrar âşık olabilmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya da hazırdı. Bir ay olmuştu buraya geleli. Kendine iki artı bir ev tutarak, kendi tarzına göre eşyalarla güzel bir hale getirmişti. Düzenini kurduktan sonra Serdar'ın karşısına çıkmayı planlıyordu ve bu planı ince eleyip sık dokuyordu. Şimdiye kadar istediği her şey kusursuz ilerliyordu Liseye gidiyorlardı o zaman. Lise aşkıydı onlarınkisi. Okulun ilk günü ikisi de birbirini görür görmez etkilenmişlerdi. Okuldaki en gözde çiftti onlar. Serdar, o zamanlarda kadın ruhundan iyi anlayan bir çocuktu ve kadınları nasıl mutlu etmesi gerektiğini iyi biliyordu. Okuldaki tüm kızlar, Serdar'a hayrandı ve hep Serdar gibi bir sevgilimiz olsa keşke diye hayaller kuruyorlardı
Sevdiği ve seneler boyu unutamadığı bir adamı, başka bir kadına kaptıramazdı. Serdar, onundu ve öyle kalacaktı. Serdar'ın kendisine tekrar âşık olabilmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya da hazırdı. Bir ay olmuştu buraya geleli. Kendine iki artı bir ev tutarak, kendi tarzına göre eşyalarla güzel bir hale getirmişti. Düzenini kurduktan sonra Serdar'ın karşısına çıkmayı planlıyordu ve bu planı ince eleyip sık dokuyordu.
HAYALLERİMİZ Seninle çekilecek fotoğraflar, Seninle islanılacak yağmurlar, Seninle gidilecek yollar, Seninle olacak gülümsemeler, Seninle bakılacak gökyüzü, Seninle dinlenilecek müzikler, Seninle izlenilecek filmler, Ve seninle kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmeden, Beni bırakıp gitmek yok sevgilim.
Ahh! Hasret; sen ne derin bir manasın öyle. Kaybolup gidiyorsun o derinliklerde. Hasretin çığ gibi büyüyor içimde ve ben o çığın altında eziliyorum yok olurcasına. Hasretin ağır geliyor sevgilim, nefes alamıyor gibi hissediyorum. Ve hasret; bedenlerin uzak fakat kalplerin yan yana olduğu bir kelimedir bazen. Benim için ise hasret ciğerimi yakan bir duygu. Sevmek, oysa özlemekmiş. Seni çok özlüyorum deniz gözlüm. İnsan bazen yanındakilerin değerini onu kaybedince yahut kaybetmek üzere olunca anlıyormuş. Şimdi daha da iyi anlıyorum. Sevgilim, meğer varlığın ne büyük bir armağanmış bana ve ben kıymetini bilemedim. Şimdi kendimi eli kolu bağlı, çaresiz ve yapayalnız hissediyorum. İçimden geçen acılarımı satır, satır yazıyorum lakin kelime bulmakta zorlanıyorum. Bak! Okyanus gözlüm, ilk kez senin için şiir yazıyorum ve biliyorum ki bu son olmayacak.
Sıradan insandan akıl teriminin anlamını açıklamasını isteyin: hemen her zaman bir duraksamayla, sıkıntılı bir çaresizlikle karşılaşırsınız. Bunu, sözlerle anlatılamayacak kadar derin bir sezişin ya da çetrefil bir düşüncenin belirtisi saymak yanlış olur. Bu tepkiyi gösteren insan, aslında uzun uzadıya düşünülecek birşey olmadığına, akıl
Reklam
Horkheimer 1933'te şöyle der: "Durumu değiştirme konusundaki bütün iyimserliğine ve insanlar arası dayanışmadan doğan mutluluğa verdiği büyük değere karşın, bir maddecide karamsar bir damar da vardır. Geçmiş adaletsizlikler hiçbir zaman geri alınamayacak; geçmiş kuşakların acıları giderilemeyecek. İdealist çevrelerde de bir kötüm-_ serlik vardır ama, dünyanın bugünü ve geleceğiyle ilgilidir: insanların çoğunluğu için gelecekte dünyevi bir mutluluk olasılığım reddeder... Oysa maddecinin hüznü, geçmiş olaylarla ilgilidir."35 Horkheimer'in yazılarında hiç silinmeyen bir izlektir bu. Turgut Uyar'ın, "kalın ve karanlık bir çatı merdiveni gibi / giderilmez eksikliğini tanırım onun" dizeleriyle başlayan "Acının Tarihi" şiirini anımsatır. 1950'lerde yazdığı bir yazıda da şöyle der: "Dinsel özlemin yerini bilinçli toplumsal pratik aldığında bile kaybolmayan bir yanılsama vardır... Eksiksiz bir adalet hayalidir bu. Böyle bir şeyin tarihte gerçekleşmesi imkânsızdır. Çünkü daha iyi bir toplum kurulup da bugünkü kargaşaya son verse bile, geçmiş çağlarda yaşanmış sefaletin giderilmesi ve doğanın acılarının dindirilmesi mümkün olmayacaktır
Sosyalizm, ilk ütopyacılardan beri, tarihsel ilerlemeye sarsılmaz bir güven duymuştur. Adil, eşitlikçi, akılcı bir düzen bir gün mutlaka kurulacaktır. Mutlak adalet düşüncesi, telaffuz edilmese bile, bilimsel sosyalizme heyecanını ve ütopik gerilimini kazandıran ilke olmuştur hep. Adorno'nun başyapıtının "Final" bölümü de böyle bir inancı yansıtan bir cümleyle başlar: "Umutsuzluğun egemen olduğu yerde, sorumlu bir biçimde uygulanabilecek tek felsefe, herşeyi, kurtarılmanın, bağışlanmanın açısından görme çabasıdır
Teori, hiçbir zaman bütünüyle duyulara indirgenemez. Gerçekte, psikolojinin son buluşlarına göre, duyular, dünyanın ya da zihinsel hayatın temel yapıtaşları olmak şöyle dursun, ancak karmaşık bir soyutlama sürecinin sonunda ortaya çıkan türevlerdir"31. Duyusal yaşantının kendi içinde de, insan bilincine yansımayan bir özne-nesne etkileşimi sürmektedir; duyular, bu etkileşimin ürünüdür.
Minik öğrencileri de Melek'in okuldan zorunlu ayrılması durumuna çok üzüldüler. Melek öğretmen, çocuklara bir öğretmen gibi değil de hep bir anne gibi yaklaşıyordu. Bütün çocukları, kendi çocuğuymuş gibi sahiplenip tek tek ilgileniyordu. Bu duruma çocuklar kadar velileri de üzüldü, bol bol dua ettiler Melek öğretmene. Bu son gününde Melek öğretmene sürpriz bir veda partisi hazırladılar. Her şey öncesinden planlanmış ve uygulanmıştı. Kahvaltı saatinden sonra yapılacaktı bu parti. Melek, kahvaltı sonrası çocuklarla birlikte sınıfına geçti. Çocukları, renkli minderler üzerinde yarım ay şeklinde oturttu ve onların ev sevdiği "Konuşan Giysiler" isimli hikâye kitabını okumaya başladı. Tam o sırada kapı çaldı. Herkes, merakla kapıya doğru bakarken, kapının girişinde sınıf annesini gördü Melek. Sınıf annesinin elinde büyük bir pasta ve üzerinde mumlar dikili. Sınıf annesinin arkasında da ellerinde hediyeler ile duran diğer verilerini gördü. Melek, çok şaşırmıştı. Tüm özel günleri o an aklından geçirdi. Doğum günü de değildi, öğretmenler günü de. Neydi o zaman bu kutlama? Acaba çocuklardan birinin doğum günü mü acaba? Diye düşünürken sınıf annesi konuşmaya başladı.
Bazı şeyler. Yeni bir ceketin kısa gelen kolunun içinden iyice belli olan sipsivri bir dirsek. Herkesin gevşediği bir ortamda bir başkasına yapılmış tatsız bir şakaya gülememek. Çok yaşlı olmak. Ciddi bir toplantıda birden patlayan bir kahkaha. Sürdürememek. Zaptedilmez bir kaşınma ihtiyacı. Bilmemek. Kalabalık bir istasyonda birden yalnız kaldığı anlaşılan, hiç tanımadığımız bir küçük kız, ağlıyordu, hızla uzaklaşan bir trenin penceresinden görmüştük onu. Savaş ve Barış'ta, ihtiyar Prens Bolkonsky'nin, sırf oğlunun Nataşa'yla evlenme kararına ve kızının ürkek dindarlığına öfkelendiği için, aslında küçük gördüğü Fransız dadı Matmazel Bourrienne'e kur yapması. Bunu, bu sıkıcı romandaki tek kayda değer olay olarak görmek. Verimli, yorgun, yumuşak bir toprak parçasının içinden fışkırmış bir kayalık. Bile bile hep aynı yanlışı tekrarlamak.
114 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.