Hangi ümide sarılsam elimde kalıyor, neyi seversem ölüyor. İşte üç sene evvel bir sonbahar akşamıyla beraber ölen genç kızlık rüyalarım, kendi küçüklerim, sonra Munise, onun arkasından belki öksüzlüğünü avuturlar diye ümit ettiğim talebelerim. Yavrularını tehlikede gören bir ana kuş hırçınlığıyla üstlerine titrediğim bu şeyler, sonbahar yaprakları gibi birer birer sararıyor, dökülüyor. Daha yirmi üç yaşıma girmedim; yüzümden, vücudumdan çocukluğun izleri silinmedi; halbuki gönlüm, baştan başa bütün sevdiklerimin ölüleriyle dolu.
Pencereden giren çınar yapraklarıyla oynayarak bunu düşünürken hem güleceğim hem de ağlayacağım geliyordu. Maamafih,yine bir teselli icat ettim: "Üzülme Çalıkuşu,hiçbir şey kazanamadınsa,geçinmek,yaşamak ve tahammül etmek ne olduğunu da mı öğrenemedin? Bu az kazanç mı? Bundan sonra artık çocukluğu bırakır,kadın kadıncık olursun kızım!" dedim.
Neden güzelik son anda gelir ?
Neden karanlığın son anında aydınlık ?
Neden sancının zirvesinde doğum?
Neden sabrının son noktasında cennet?
Çünkü güzelin güzeliğini artıran çirkinin çirkinliğidir ...
Yalnızdım, kendi dünyama hapsolmuştum, diğerleriyle iletişim kuramıyordum; varlığımı onların varlığından ayıran, beni onların hayatı ve faaliyetleri dışında tutan camdan bir duvar vardı sanki.