Son zamanlarda televizyon ve gazetelerde yurttaşlarımdan en çok duyduğum şikâyet “kime inanacağımızı şaşırdık’’ şeklinde dile gelen bir otorite arayışıdır.
Yakın zamanda İngiltere’de yapılan “Zamanımızın Çocuğu” (Child of Our Time) adlı bir proje, otoriter evlerde yetişen, kendisine küçük yaşta bir birey olması nedeniyle değerli olduğu hissi verilmeyen çocukların aynı zamanda ömürleri boyu karamsar bireyler olarak yaşadıklarını göstermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları etnik ve dinsel kökenleri ne olursa olsun, genellikle kendilerine otorite olarak gördükleri kişi ve kurumlar tarafından tebliğ edilen ifadelere inanma eğilimindedir.
Türkiye’de hiç kimse yaratıcılığın eksik olduğunu iddia edemez: Dolmuş kavramını icat etmiş, yasaların dışında yaşayabilmek için herhalde dünyada ender görülen bir yöntemler koleksiyonu oluşturmuş bizimki gibi bir halk az bulunur.
"İnsanların niçin intihar ettikleri malumdur. Kavuşamadıkları arzular vardır. Artık bu yalancı ümitleri taşıyamaz bir hâle gelirler: Bu cidden ağır bir yüktür. Mütemadiyen arzu etmek ve hiçbir şey elde edememek, mütemadiyen içini çekmek insanı yorar. Evet... Fakat size sorarım. İnsan her istediğine kavuşursa gene bu kadar bedbaht olmaz mı? Bu sualime cevap vermenizi rica ederim.''
Zira ayaklar, eller, gözkapakları, altlı üstlü sıralı dişler gibi birbirimize yardım için doğduk. Yani akrabaların birbirlerine aykırı davranması doğaya aykırıdır. Dolayısıyla birbirimize sinirlenmeyi ve birbirimize darılmayı engelledik.
Annemden³ Tanrı korkusunu ve cömertliği, yalnızca zarar vermekten kaçınmayı değil, böyle bir şeyi aklıma bile getirmemeye özen göstermeyi, basit bir yaşam sürmeyi ve zengin birine özgü alışkanlıklardan mümkün olduğunca uzak durmayı öğrendim.
"Tek çıkar yol, insan yargısı için bir çıkış yolu bulunmayan yerdedir, diyor.
Böyle olmasaydı, Tanrı'yı ne yapacaktık? Kişi ancak olanaksızı elde etmek
için Tanrı'ya yönelir. Olabilene gelince, insanlar yeter onu bulmaya.''
Ya her şey bana açıklansın istiyorum, ya da hiç. Ama yüreğin bu çığlığı karşısında akıl güçsüzdür. Ruh bu gereksinimle arıyor, çelişkilerden, saçmalamalardan başka bir şey bulamıyor. Anlamadığımın dayandığı bir şey yok.
Beni ancak bilmeye ve yaşamaya yanaşmadığım sürece esenliğe kavuşturan, fetih istekleri her türlü saldırıyı boşa çıkaran duvarlara çarptıran bu koşul nedir? İstemek, aykırılıklara yol açmaktır. Aldırmazlığın, yüreğin uykusunun, ya da ölümcül vazgeçişlerin verdiği bu zehirli esenliğin doğması için düzenlenmiş her şey.
Benim olan bu yürek bile hep tanımlanmaz kalacak benim için. Varoluşum hakkında vardığım bu kesinlikle, bu güvene vermeye çalıştığım öz arasındaki çukur hiçbir zaman dolmayacak.
Gerçekten de, kim hakkında, ne hakkında, “Bunu biliyorum!” diyebilirim? İçimdeki bu yüreği duyabiliyorum, varolduğu yargısına varıyorum. Bu dünyaya dokunabiliyorum, onun da varolduğu yargısına varıyorum. Bütün bilgim burada duruyor, gerisi kurmaca.