Coetzee'de rastlayabileceğimiz en umutlu, yine de en buruk sonlardan biri: "Ağzı açılıyor. Cuma'nın içinden hiç soluksuz, kesintisiz bir şey akmaya başlıyor. Önce kendi gövdesi boyunca, sonra bana doğru yayılıyor. Kamaranın içinden, batık gemiyi dolanarak, adanın kayalık yamaçlarını yıkayarak, kuzeye ve güneye doğru yeryüzünün en uçtaki köşelerine ulaşmak üzere akıyor. Yumuşak ve soğuk, karanlık ve sonsuz, göz kapaklarım üzerinde ve yüzümün derisine sürtünerek beni ele geçiriyor."
Halkın üzerine topla ateş açmak sadece balistik bir sorun yaratıyordu ve her türlü yasallığın silip süpürüldüğü yollardan süratle ilerleyebilmek için para şarttı.
Sert, kuru toprağa avuçlarını geçirdi, kemikli, kirli beyazdı toprağı yakalayan parmakları. Yavaşça çekti kendini dışarıya doğru, kolları uzadı, büküldü, oynadı. Kısa kesilmiş gür, siyah saçları fırladı dışarı birden. Sağa sola oynatarak, ağzına burnuna giren toprağı tükürerek çıkardı başını. Biçimli küçük burnu, sivri çenesi, hafif çökmüş, çekilmiş yanakları, keskin dar alnı çıktı. Boynunu uzattı. Boynu uzadıkça uzadı. Boynundan içeri, güçlü dar yumuşak göğsüne doğru taş toprak doluştu, uzattı boynunu, damarlar göründü mavi, yeşil, ensesi parıldadı, sarı tüyleri parıldadı ensesinde. Durdu. Öylece kaldı. Bekledi. Etrafını dinledi. Bu, buğdayın eski toprakta yeni bir aşk gibi doğdu kadın. Toprak eski ve yorgun, kadın genç ve cesurdu.
Hasret giderilen bir şey mi? Bir kez girince tene giderilmiyor sanırım, diner gibi olunca başlıyor, başlar gibi olunca diniyor, hep oluyor, toprağa kadar.