Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tuğba D.

Reklam
Her sevgi gibi bir gün sen de Ölmezsin ama unutulursun.
Seni sevince geceler daha az karanlık Sabahlar daha çok mavi Seni sevince her gün daha güzelsin Şimdi ölesiye sevildiğinden habersiz Kim bilir nerdesin

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hem dürüstlük nedir sence? Komşunun cebindeki saati aşırmamak mı? Yo, o kadar kolay değil. Hepsi o kadar olsaydı, insanların yüzde doksan beşi dürüst sayılırdı. Oysa görüyorsun ki değiller. Dürüstlük bir fikri savunabilme yeteneğidir. Altında da düşünebilme yeteneğinin var olması gerekir.
İnsan grupları bir vakumdan ibarettir. Koskoca boşluklardır.
Reklam
İnsanın rüyada gördüğü şeylerin neden gerçek hayatta yaşadıklarından çok daha fazla duyusal olduğunu hep merak etmişti. Rüyaların korkuları neden o kadar büyük, sevinçleri neden o kadar coşkundu? Gerçek hayatta onu o düzeyde yakalamaya olanak yoktu. Rüyada yeşil yapraklı bir yolda yürürken, çevredeki hava beklentilerle, nedensiz olgularla dolu olurdu. Uyanınca bunu açıklayamazdı insan. Ormanın içinde bir patika işte, derdi.
Demek siz tüm insanları sevdiğinizi düşünüyorsunuz, öyle mi? Siz sevgi nedir, bilmiyorsunuz. Bir grev fonuna iki dolar yolluyor, görevinizi yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Sizi koca budalalar! Hiçbir bağışın değeri yoktur, ancak sizin için de kutsal olan bir şeyi bağışlarsanız değeri vardır. Ruhunuzu verin. Bir yalana mı? Evet, eğer başkaları inanıyorsa! Kandırmacalara mı? Evet, eğer başkalarının buna ihtiyacı varsa. Kalleşliğe, hileye, suça mı? Evet! Kendi gözünüzde en aşağılık, en çirkin olan şeylere. O eşsiz küçük egonuza karşı bir tiksinti hissettiğiniz zaman, ancak o zaman benliğinizi gerçek barış anlamında silebilir, kendi ruhunuzu insanlığın o engin ruhuyla birleştirebilirsiniz. Özel bir egonun o daracık, tıkış tıkış deliği içinde, başkalarını sevmeye yer yoktur. Boşalın ki doldurulabilesiniz.
Ama hayatı bu şekilde sona ermeyecekti. Bazı organizmaların kaderinde ölüme kendilerinden bir şey bırakmamak vardır; ölüm geldiğini boş bir kabuk bulur ancak. O da yanabileceği kadar yandı ve son alevi en harlısıydı.
Sevmek de zaten o insanı diğerlerinden istisna tutmak değil midir?
Garip şeylerden ıstırap çekiyordu. Onun oturduğu sokak, evinin kapısındaki basamak, köşeyi dönüp onun sokağına sapan arabalar falan. Özellikle arabalar üzüyordu onu. Keşke onların bir sonraki sokağa sapmasını sağlayabilseydi. Sokak kapısının yanındaki çöp kutusuna bakıyor, o geçerken de burada mıydı, diye düşünüyordu. Acaba o da bakmış, en üstte duran buruşuk sigara paketini görmüş müydü?
Reklam
Başkalarının arasındayken birbirlerine yabancı olmalarını, yabancı ve düşman olmalarını uygun bulan derin bir duygu vardı içinde. Bu insanlar ikimiz arasındaki ilişkiyi türlü türlü yorumlayabilirler, ama gerçekte nasıl olduğunu bilemezler, diye düşünüyordu. Böyle olması, hatırladığı anları daha da yüceltiyor, başkalarının bakışlarının, kelimelerinin değmediği, hatta hiç kimsenin bilmediği anlar olarak saklıyordu. Bu anların burada hiçbir varlığı yok, yalnızca onda ve bende varlığı var, diye düşünüyordu kendi kendine. Bir sahiplik duygusu hissediyordu o zaman. Başka hiçbir yerde hissedemediği bir duygu. Ona en çok sahip olabildiği yerler, yabancılardan oluşmuş bir kalabalığın ortasında, onun kendisine pek seyrek bakabildiği yerlerdi.
Hangisi daha iyi yürekli bir yaklaşım? İnsanları iyi kabul edip üstlerine dayanamayacakları soyluluklar yüklemek mi, yoksa onları oldukları gibi kabul etmek, bunu da onlar rahat ediyor diye yapmak mı?
İnsanların seni hemen aralarına, böylesine hevesle kabul etmeleri ne kadar ilginç. Sürüler halinde sana doğru akıyorlar. Sence bunun nedeni nedir? Onlar da çevrelerindekileri bol bol tersliyorlar, ama kendilerini ömrü boyunca terslemiş biri birdenbire onlara kucağını açtığında; pençelerini içeri çekip koşa koşa geliyorlar, sana karınlarını okşatıyorlar. Neden? Bence bunun iki açıklaması olabilir. İyi olan açıklama, bu insanların iyi kişiler oluşu, sana dostluk bahşetmek istemeleri. Öteki açıklama da, senin onlara ihtiyaç duymakla kendini küçültüyor olduğunu bilmeleri. Fildişi kulenden iniyorsun. Her yalnızlık bir fildişi kuledir. Onlar da dostluklarıyla seni aşağıya çekmekten sevinç duyuyorlar. Tabii bunun bilinçli olarak farkında değiller. Tek bilen sensin. O yüzden de bu işi yaparken acılar çekiyorsun.
Foucault/ Szasz/ Laing üçlüsü, 20. yüzyılın son onyıllarında "Akıllı/Deli" ikili sistemine olan inancın sarsılmasında, psikiyatrinin zorbalık derecesine varabilen insan zihni ve kimyası ile oynama yetkisinin sınırlandırılmasında büyük rol oynadılar. Ne yöntemleri, ne de inanç sistemleri birbirine benziyordu bu üçlünün; ama onlar olmasaydı anti-psikotik ilaçlar, elektroşok ve lobotomi gibi "bilimsel yöntemler" hâlâ başımızın üstünde birer Demokles kılıcı gibi sallanıyor olabilirdi.
Bilmeyen bir bilgelik, aydınlatmayan bir aydınlanma, söylemeyen bir konuşma, eylemeyen bir eylemdir o.
8,3bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.