Virginia woolf’un ceplerini taşla doldurarak ouse nehrine bıraktığı bedenidir. Sylvia plath fırına sokup boğduğu dünyaya ağır kelen kafasıdır.Tolstoy’un çok sevdiği tren garında donarak ölürken, 3 gün sonra bulunan yırtık ayakkabısıdır. Ömrün ortasına 35 yaş şiiri yazıp 46’sında ölen cahit sıtkı’nın kederi, istanbul’u gözleri kapalı dinlerken belediye çukurunu görmeyip ölen orhan velinin kaderidir EDEBİYAT...
Franz kafka en yakın arkadaşı max brood’la tatsız bir olay yaşadıktan sonra şu vurucu cümleyi kuruyor : “ Beni üzecek gücü sana verdiğim için kendim den özür dilerim.”
Güzel olmak zorunda değilsin, kimseye güzellik borcun yok. Ne erkek arkadaşına, ne kocana, ne partnerine, ne iş arkadaşlarına, özellikle de sokaktaki rasgele adamlara. Güzellik, “Kadın” denilen bir alanı kapladığın için ödediğin kira değil..
Korkuyorsun değil mi ? Yeniden kırılmaktan, sevilmemekten yeniden sevememekten korkuyorsun. Bir kere kırıldığın zaman yeniden eskisi gibi olamayacağını sanıyorsun. Yüreğinin umut dallarını kırıp geçen rüzgarlara küsüyorsun. Biri gelip, tekrar kırıp incitmesin diye kaçıyorsun tüm insanlardan. Yeniden umut ekmekten korkmaya başlıyorsun. Biliyor musun, ne kadar kaçsan da umut kırıldığı yerden yeşerir. İnsan yeniden sever, yeniden umut eder ve yeniden hiç bir şey olmamış gibi gülümsemeye başlar..
Şu sıra acı o kadar gerçek, öyle büyük ki ; Ne konuşmak, ne uyumak, ne dinlenmek, ne gülmek, ne sevmek istiyorum... Bu acılardan önceki ben ve yaşamım sanki bir yanacıya ait gibi....