Hakikaten insanlar, devamlı bir çabayı kabul etmek için mutlak zorunlu bir gerekliliğin tesiri altında bulunmaya muhtaçtır. Seyyahlar, medenîleşmemiş milletlerde çaba ve sebat için kesin bir iktidarsızlık olduğunda hemfikirdir.
Doğrusu bu tetkikler ziyadesiyle yapılıyor ve gösteriliyor ki "... malumat, tecrübe, gayret, sebat ve ihtiyat gibi birçok meziyetten "mahrum olduğumuz için kazanmadan yaşamak, çalışmadan zenginleşmek istiyor ve doğal olarak devlet memurluğuna göz dikiyoruz." Halbuki "büyük, küçük, bütün devlet adamları -istisnalar hariç- koltuk değneğiyle yürüyen ahlâk düşkünlerinden toplanıyor." Ve ispat ediliyor ki "bilim, eğitim ve her türlü terakki bütün devletleri göklere çıkarmış, biz de o nispette en dibe düşmüşüz." O kadar ki ümitsiz bir çığlıkla "Ne sanat kaldı ne bilim, ne ahlâk kaldı ne para." diye ah vah etmekten kaçınmak pek mümkün olmuyor.
Dünyanın bütün güçlerini kendileri ellerinde bulundurdukları ve dünya acılar içinde kıvrandığı halde ne din, ne madde güçleriyle buna bir çare bulmaya çalışmaktadırlar. Yürekleri katılaşmış, daha kötüsü marazileşmiştir. Irk gururu onlara insancıl olmanın bütün yollarını tıkamıştır. Kafka'da yankılanan bunalım budur. Büyük filozofları Martin Buber'in denemesi felsefe sınırları içinde kalmış, yahudi kültürünü ümanist bir yöne çevirememiş, yahudiyi olumlu bir çerçevede insanlığı inşa işine katamamıştır. Bundandır ki, yahudiler nice dünya nimetlerine boğulurlarsa boğulsunlar, ruhlarındaki bu ukde çözülmemektedir. Yahudi ruhu köklü bir değişime uğramadıkça bu ukdeden kurtulamayacaklar, isteseler bile insanlarla ilgilerinde sömürme eğilimlerini yenemeyecekler, bir gün de şu veya bu ülkede bir öç patlamasıyla karşılaştıkları zaman bile onun gerçek sebep ve anlamına eremeyeceklerdir. Yahudi ruhundaki kör düğümü ikiye biçerek çözecek ışık kılıcı Kur'an'da bulunuyor, bunu bir anlasalar