İyi ki doğdun Mel. Çokça depresif olsan da ne kadar merhametli olduğunu biliyorum. Günlüğüne sadece kendinle konuşmak için yazılar yazdığını; geçmişteki ve gelecekteki Melikeleri ne kadar sevdiğini ve seveceğini biliyorum. Her ne kadar bazı zamanlar doğduna pişman olsan da :) İyi ki doğdun. İyi ki doğdum. Doğum günüm kutlu olsun.
Kendinize sevgi sözcükleri sıralayabilirsiniz. Kendinize çiçekler alabilirsiniz. Kimsenin sevgisine muhtaç değilsiniz, kendinizi sevmeye muhtaç olduğunuz kadar. 🧡
Levin karakteri, çağdaş düşünceyi oluşturan temelleri kendince belirlediğini düşünen bir gelenekselciydi. Çokça çaba gerektiren işler yapılması gerektiğini ve akabinde bunun karşılığını almanın doğal bir süreç olduğunu düşünen, gelişen ekonomi ve modern endüstriyel devrimi takip edemeyen birisiydi. Ne kadar ekmek o kadar köfte mantığının: köftenin kalitesi, maliyeti ve üretim hızı, pazar hacminin önem kazanmaya başladığı bu dünyaya ayak uyduramıyordu.
Radikal düşünceleri vardı ama esasında geleneksel din kurallarının gerekliliğini bütün hayatında etkisini görebilirdiniz. Öte yandan tanrı inancı zayıftı. Zira evliliği öncesinde kiliseye gidip günah çıkarması ve bir dizi dini ritüele katılması gerektiğini ona birilerinin hatırlatması gerekmişti. Levin ana karakterlerden biri olsa da onda tamamıyla Tolstoy’u aramak doğru değil. Tolstoy’a benzeyen ancak geleneksel dönemden çağdaş döneme geçiş aşamasını eleştirmek için kullandığı bir karakterdi Levin. Tolstoy ise gerçek hayatında çağdaş dönemin temellerini atan bir yazar ve eğitimciydi.
‘’Bu benim kişisel işim değil, burada söz konusu olan ortak refahtır. Tüm tarım, asıl önemlisi halkın tamamının durumu tümden değişmek zorunda. Yoksulluğun yerini genel bir zenginlik ve bolluk, düşmanlığın yerini uzlaşma ve çıkar birliği almalı. Tek kelimeyle kansız bir devrim, ama çok büyük bir devrim, ilkin ilçemizin küçük bir çevresinde, sonra ilde, Rusya’da ve bütün dünyada. Çünkü doğru düşüncenin verimli sonuçlar vermemesi olanaksızdır. Evet uğrunda çalışılması gereken amaç budur.’’ syf 450-451.
''Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem de aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharıydı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem de hiçbir şeyimiz yoktu, hem ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana- sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece ''daha'' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.''
Birkaç gündür ülkece berbat günler yaşıyoruz. Ne gecemiz kaldı ne gündüzümüz. Hepimizin hayatları depremi öğrendiğimiz andan beri artık sanki bizlere ait değil. Sanki bizler de enkazın altında kurtarılmayı bekliyoruz. Allah bir daha bu günleri yaşatmasın ne diyeyim. Kalbim acıyor. Bir sürü ailenin 1.5 dakikada evlerinin, hayatlarının tepe taklak olmasını aklım da kalbim de kabul etmiyor, edemiyor. Tüm Türkiyenin adeta kalbine bir ateş düştü. Hem üzgünüm hem korkuyorum hem çok çok... O kadar yoğun duygulardayım ki bazen kendimden korkuyorum. Insanlarla empati yapıyorum televizyonda Marmara depremi geliyor diyen bir sürü yer bilimci , uzman... Ben bekliyorum. Neyi bekliyorum bilmiyorum. Ekranlarda gözlerim dola dola izlediğim insanlar için düşündüğüm her şeyin benim ve benim gibi milyonlarca insan için kaçınılmaz son olduğunu duydukça ruhum daralıyor. Nefes alamıyorum. Yapamadıklarım geliyor aklıma. Ölüm düşüncesi çok garip.
Reading Hapishanesi Baladı
Reading kentinin hapishanesinde
Yüz karası bir utanç çukuru var,
Zavallı bir adam yatıyor orda;
Alevin dişleri kemirmiş onu,
Kavurucu bir örtüye sarmışlar
Adı bile yazmıyor mezarında
Kıyamet gününe kadar bırakın
Huzur içinde yatsın uyusun
Anlamı yok aptalca ağlamanın
İç geçirmenin matem tutmanın
Öldü, çünkü ölmesi gerekliydi
Sevdiğini öldüren bu adamın
Kulak verin sözlerime iyice
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu
Kimileri dalkavukça sözlerle;
Korkaklar öpücük ile öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle
Meselenin evliliğin insanı evcil yapması değil de evliliğin insana yüklediği sorumluluktan ötürü evde geçirilen zamanı istediğin değil de yapman gereken şeylerin ele geçirmesinden doğan verimsizlik olduğunu düşünüyorum. Öte yandan evde olduğu zaman içerisinde kitaplarla bambaşka yerleri, hayatları hayal dünyasında seyahat eden ve tanıyan bir kişinin renksiz olduğunu kim iddia edebilir ki.
sen artık hiçbir şey istemiyorsun. Senin yerine başkaları istiyor ve sen seni istemelerine bile sesini çıkarmıyorsun, bu bir suç. Sen nefret ettiğin bir şeye teslim oluyorsun ve bunun için kendi hayatını feda ediyorsun.