Metropolde Bir Heidi

Namazda kalp huzurunun olmayışı
Sıdk kulun gizli ile açığı, içi ve dışı bir değerlendirmesinden anlaşılır. Sıdk bütün makam ve hallerin gerçekleşmesinden sonra meydana gelir. Çünkü ihlasın özü, itaat ederken Allah’ı kastetmektedir. Kişi bazan kıldığı namazla Allah’a yönelmeyi kasteder. Fakat namazında, kalp huzuru olmaz. İşte sıdk, ibadette kalbin bütünüyle Allah’a yönelmesidir. Şu halde her sadık olan kimse ihlaslıdır. Her ihlaslı ise sadık olmayabilir. Allah (cc) ile manevi bağ kurmanın ve kurmamanın manası da budur. Kişi sadık olunca Allah’tan başkası ile bağlarını koparmış, Allah’la bağlantı kurmuş demektir. Allah’tan başkasından uzak durmanın ve Allah’ın huzurunda bulunmanın zevki ile dolup taşmak bu demektir. (Allahım bizi sadıklardan kıl, amellerimize ve yüreğimize sıdk nasip et. Amin )
Reklam
şehirde kaos
Taşranın küçük şehirlerinden, kasaba ve köylerinden büyük şehire akan kalabalıklar büyük şehrin kıyıcığında sığındıkları yerde kimliksiz kalıyorlar. Bulundukları yer il sınırları içinde ama asla şehir değil. Ne evlerin sıvaları tamamlanmış, ne çatılar çatılmış, ne sokaklar bir biçime girmiş. Burası yeni gelenleri bir potada yoğuracak, ona yeni bir kimlik ve kişilik, yeni bir kültür aşılayacak gibi gözükmüyor. Böylece ülkemizin ufuklarında bir yığılma, niteliksiz kalbalık, bir kaos gözüküyor. Fertlerin birbirini tanıyamadığı, bu yüzden anlaşma zeminlerinin kaybolduğu, çulunu sudan çıkaranların kaçarak etrafı çitlerle çevrili steril mekanlara kapağı attığı, altta kalanın canı çıksın denilen bir kaos.
baharın gelişi
Bir tomurcuğun açtığını, çimenlerin toprağı yarıp çıktığını, bir kuşun yuva yaptığını görmeden gelip geçen baharın varlığından nasıl bahsedebiliriz.
Sayfa 148Kitabı okudu

Reader Follow Recommendations

See All
Gerçeğin kaybolup imajların hakim olduğu bir ortamda, acaba diyorum
Gerçekten de ayak bastığımız, nefes aldığımız, yiyip içtiğimiz dünya değişiyor. Tabiyatın içinde gayri tabii bir ortam oluşuyor (tıpkı bir fanus gibi) ve biz farkında olamadan orada yaşamaya başlıyoruz. Kankırmızı bir karpuz mevsimini beklemeden kapımıza dayanıyor. Karakışta domates, zemheride çilek yiyoruz. Çıplak ayak ile toprağa basmadan ömür tükeniyor. Deniz suyundan içme suyu, türlü çeşitli yapay gübrelerde yiyecek üretiyoruz. İnsan tabiat ilişkileri böyle yapaylaşırken; insan-insan ilişkileri de aynı yolu takip ediyor. Gerçek bir kahkaha, içten bir göz yaşı, kalpten gelen bir merhaba bulamıyoruz. Gerçeğin kaybolup imajların hakim olduğu bir ortamda, acaba diyorum şiirin, sanat ve kültürün yeri, hala bizim eskiden bildiğimiz yer midir ?
İnsanlar “karakışta yeşil salatalık” yeme uğruna seracılığı geliştirdi. Türlü hormonlar, teknikler ile bizlere kış ortasında domates, kabak sunmaya başladı. Tabii bunların gerçek bir domates ve kabak ile ilgisi yoktu. Ne koku, ne tat bakımından. Şimdide insanoğlu kendini “sera”ya sokuyor. Bakalım burada yetişen nesillerde insanlıktan neler kalacak. Mesela gerçekten gülüp, gerçekten ağlayabilecekler mi ?
Reklam
Reklam