Dem dibuhure, nexweşî, şewat, êş, kul, xela, şer, ba, baran, bakiloz, gêrik û kêzik, lawir û erdhejan weke bablîsokê li rûyê dinyayê dixist û divê her carê em xwe bi kirasekî dîtir veşêrin.
Arzular yüzünden yapılan hatalar, öfke yüzünden yapılanlardan daha ağırdır.
Çünkü öfkelenen birisi üzüntüyle ve bilinçsiz bir vicdan azabıyla düşünceden sapmış görünür.
Fakat arzular yüzünden yanlış yola sapan birisi, yaptığı hatalarda zevk ve tutkunun kölesi olmuş ve daha iradesiz bir gibi görünür.
Savaşla bir ülke ele geçirilecekse, orayı boydan boya tahrip etmek doğru değildir. Ordusu içinde aynı şey düşünülmelidir. Tamamını ve bir bölümünü yok etmek yerine onları esir almak daha iyidir.
.
Giriştiğiniz her muharebeyi kazanmak, büyük başarı kazandığınızı göstermez.
Büyük başarı düşmanın direncini savaşmadan, kırarak kazanmaktır.
Kaybetmenin ve unutmanın eşsiz ustası insanlar, her yerde, hayatın her alanında idi ler
ancak onların yaşayan gerçek insanlar mı yoksa yangın ölüm ve yıkımlardan artakalmış insanların gölgeleri mi olduğunu bilmiyorum.
Şehre her inip kalabalıklara karıştığımda yüreklerin eskisi gibi atmadığına daha önce olan hiçbir şeyi hatırlamadıklarına, ruhlarının geçmişte olduğu gibi hayata, dostluğa ve arkadaşlığa açık olmadığına şahit oluyordum.
Dilleri , ağızları kendi gerçeklerine kapalı kilitli kapılarmış gibi geliyordu bana.
Ateşin kızıllığında birbirine benzeyen yüzler.
Kırışıklarla dolu alınlar, burulmuş bıyıklar, tek tip elbiseler.
Göğüslerini süsleyen mermiler,
bêllerde kâbzaları kâbzaları görülen hançerler biraz ötelerinde çâtılmış tüfekler... Çoğunluğu köylü. Tarlalarını çiftini çubuğunu bırakanlar. Aşiret delikanlıları. Ova, yayla, koyak ve dağların dostları. Çelik misali bir doğanın çocukları. Fişek gibi yiğitler. Hepsi iyi nişancı. Her biri bir yerden. Ağrı ve Beyazıt civarındaki köylerden, İran sınırından, Van muş Malazgirt, Hakkari, Kars, Erzurum ve Dersîm ovalarından, dağlarından. Ancak hepsi birbirine benziyor; sanki hepsi aynı anadan doğmuş. Birinin alnına yazılan ötekininde alnına yazılmış. Aynı sevdaya tutulmuş aynı kadere ortak olmuşlar. Kaderleri, yoksulluk, boynu büküklük çaresizlik ve esaret.
İsyanların başkaldırıları hep bu kadere.
Paşa,sen Kürtçe bilir misin?' İsmet paşa şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. O bir şey söylemeden ben araya girdim ve hemen,
'Ekselans, biz Kûrtçe bilmeyiz. Zaten bizde Kürtçe konuşulmuyor ve böyle bir dilde yoktur' dedim. Churchill adamlarından birine sordu.
' Öyle mi Mister, Kürtçe diye bir dil yok mudur?' deyince, adam daha önceden hazırlıklı, hemen ayağa kalktı, 'Olmaz olur mu efendim?
Çok zengin bir Kürt dili ve edebiyatı vardır. İsterseniz, -o ana kadar duymadığımız -'Dîwana Cizîrî'den bir şiir okuyayım ' dedi. Churchill 'Oku' dedi. Anlamıyorduk ama Farsçaya yakin, nefis ahenkli bir şiir okudu. Ve bu şiirin Kürtçe olduğunu söyledi. 'Öyleyse bu şiiri bize yaz' dedi. Yazdı. Churchill, Bunu 'İngilizceye çevir' dedi. Çevirdiler. 'Birde Firansizca yapın ' dedi. Onu da yaptılar.
Birde türkçeye çevirdiler.
Ve bana, 'Mösyö, sen de gel bakalım. Bu üç dilden aynı fikri ifade etmek için , bakalım metne kaç yabancı sözcük alma mecburiyeti olmustur' dedi. Firansizcada hiç yoktu. İngilizceden üç beş latin kökenli kelime çıktı.
Kürtçe aslında dört - beş Arapça kelime bulundu.
Ama türkçe nûsha gelince 'dır' ve 'ile' den başka, türkçe birşey kalmamıştı. Kimisi Arapça kimisi Farsça ve diğerleri de Avrupa nın çeşitli dillerinden alınma sözcüklerdi. Churchill dört sayfayı da bizim önümüze koydu. ' Ayıp değil mi?' dersecesine, ' Bakın efendiler, yok dediğiniz ve memleketinizin büyük bir bölümünde ana dil olarak konuşulan Kürtçenin zenginliğini görünüz ' dedi."
Bihar hat şîn bûn giya
Û li ber kirin xemilîn çîya
Geştan bikin ser kanîya ji xeyrî di çit şibhê ziya
Beraq, pak û safiya
Eşqa welat!
Eşqa welat!
Abdurrahim Zapsu
Çok yoruldum,çok üzüldüm,çoğu zaman kendimi çok güçsüz,yaptığım işi çok anlamsız buldum.Kendimi bir aptal gibi gördüm.
Hayal kırıklıklarına uğradım,umutlarımı yitirdim.