Kaliforniya Üniversitesi’nden Sonja Lyubomirsky’nin yaptığı araştırmalara göre, mutluluğumuzda genlerin etkisi %50, çevre ve yaşam şartlarımızın etkisi %10, kararlarımızın, davranışlarımızın, tutumumuzun, iyimserliğimizin, olaylar ve durumlar karşısındaki tepkimizin etkisi ise %40.
Yani genetik yapı, çevre ve şartları çıkardığımızda bize %40’lık kısım kalıyor. Hükmümüzün geçtiği bu %40’lık oran hiç de azımsanmayacak bir oran. Mutsuzsak, mutluluğu arıyorsak bizi mutsuz eden %60’mızı elimizde olan %40 ile pekiştirmeyelim. Kararlarımızı, tercihlerimizi, olaylara ve durumlara bakış açımızı, iyimserliğimizi gözden geçirerek %40’ı kurtarmanın yolunu bulalım.
“İnsanlar, olmak istedikleri kadar mutlu olurlar.”
– Abraham Lincoln
Bazen çaba göstermeye değmeyecek insanlar -çok aptallar ya da gerçek sosyopatlar- karşımıza çıkar. Ama çözümlemekte zorlandığımız diğer kişileri harika bir sınav ve yeteneklerimizi geliştirme yolu olarak görmeliyiz. Abraham Lincoln'ın dediği gibi, "Bu adamı sevmiyorum. Onu daha yakından tanımalıyım."
Bir adam bu duygunun sözcülüğünü üstlenmişti: Abraham Lincoln. Ulusal ölçekte bir yazgısı olacağını pek az kişinin öngördüğü kavgacı bir siyasetçiydi ama yurttaşların işitmeye gereksinim duydukları sözcükleri bulmayı bildi: "Kendi içinde, kendine karşı bölünmüş bir ev ayakta kalamaz. Bu ülke artık bir yarısı kölelikten,
diğer yarısı özgürlükten yana olarak yönetilemez. Evin çökeceğini düşünmüyorum. Ama artık bölünmüşlükten vazgeçmeli."
Büyük hümanist Abraham Lincoln da öldürülmeden hemen önce şöyle demişti: "Cesaretimi kıran ve ülkemin güvenliğini düşününce titrememe neden olan bir krizin yakın gelecekte yaşanacağını öngörüyorum ... Şimdi şirketler göklere çıkarılıyor. Sonra yüksek mevkilerdeki rüşvet ve yozlaşma gelecek. Ülkedeki mali iktidar, insanların önyargılarına hitap ederek servetler birkaç elde toplanana ve Cumhuriyet yok edilene kadar egemenliğini genişletmeye çalışacak."