Sahiden de öyle miydi, zamanla daha az acı çekiyor olmak sevginin azaldığını mı yoksa kalbinin uyuştuğunu mu gösteriyordu? Az da olsa geçen tüm zamana rağmen hala acı çekmek aksine ne kadar sevdiğini göstermiyor muydu?.. Sevgi biter miydi ya da unutulur mu? Yaktığı da sardığı da silinir miydi ya da iz mi bırakırdı sonsuza dek?..
Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir? Mutsuzluk bilinci, bir can çekişme aritmetiğinde ya da Devasızlık sicilinde boy göstermeyecek kadar vahim bir hastalıktır. Cehennemin itibarını düşürür ve zamanın mezbahalarını kır şiirlerine çevirir. Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de varsın? Acın da kaderin gibi sebepsiz. Hakikaten acı çekmek, nedenselliği bahane göstermeden dertlerin istilasını kabul etmektir; çılgın tabiatın bir lütfu gibi, bir negatif mucize gibi...
Muhterem dostlar “Ekmeden biçmek!” diye bir söz var. Ne ekersen onu biçersin! Ekmediysen ne biçeceksin! Maalesef insanımız çalışmıyor, okumuyor.
Birinci yaşanmış hikâye
Köyde çalışırken 3”- 4 kişi bir arkadaşın buğday tarlasına çalışmaya gitmiştik. Biçilen buğdayları toplayıp traktörle harmana getiriyorduk. Hava çok sıcaktı. Baktım arkadaşlar
“Bizler -acı çektik diyemeyeceğim, çünkü acı çekmek bize her zaman kendi kendine yeterliliğimizi öğretti-ancak sevenciliğin karmaşıklığını değerlendiriyor ve aşkla dostluğun arasının ne kadar dar olduğunu anlıyoruz.”
İnsan olmak çok zor, birçok şey bilmek ve bu bildiklerinde para kazanmak zorunda kalıyorsun, her şeyden korkmaya başlıyorsun, bol bol düşünüyorsun, acı çekmek daha kolaylaşıyor...
“Tartışma götürmez davacı ve dinleyici, yargıç ve sanık niteliğimle beni böylesine düşüncesiz bir umursamazlıkla acı çekmek üzere dünyaya getiren bu doğayı suçluyorum, kendimle birlikte yok olmaya mahkûm ediyorum.”
Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyorum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi.