Çeviri şiiri, amiyane tabirle turşunun içine boca edilmiş çeşme suyunun, turşu suyu olarak içilmesine benzetiyorum. Turşu suyu desen değil, çeşme suyu desen değil. Değişik bir aroma, anlamsız ve belki de tanımsız.
Şiir de öyle değil mi? Kelimeler, cümleler başka dillere çevrilebilir ki bu normaldir. Ancak o kelimelere ve cümlelere verilen his nasıl çevrilecek? Romanda çeviri daha kolaydır. Bizlere yabancı olan bir durum romanda açıklanıp anlatılabilir. Ancak şiirde bu mümkün değildir. Bize uzak olan bir mesele, şairin toplumu için çok anlamlı olabilir. Çeviri şiir budanmış bir ağaç gibi. Gölgelenme fırsatı yoktur maalesef. O yüzden lezzet almak zor. Özelinde bakarsak söz konusu Neruda. Yine de katacağı şeyler var...
Nasıl başlasam bilemiyorum.. o nedenle biraz beyin fırtınası yapayım.
Bu kitabı elime alana kadar, Caravaggio ' nun kazara katil olduğunu, Anne Perry adında bir İngiliz roman yazarının çocuk denecek yaşta cinayet işlediğini, Proust'u yüzeysel olarak bilsem de, eserlerinde işlediği konuların temelinde bu kadar özel hayatına dayanan kısımlar
1980 askeri darbesinden sonra yeniden filizlenmeye başlayan toplumsal muhalif şiirleriyle aşkın ve kavganın şairidir. Geniş kitlelerce tanınmıyor olsada, bilenlerin ise şiirlerinde heyecanlandığı bir şairdir. Aşkın ve kavganın şairi en çok Adnan Yücel’e yakışıyor.
'hem sevinç hem sorgulama suçluluk duygusunu oluşturur. 'sevinç' sefilcedir, arınmanın karşısındadır. sorgulamamız ise bir sonuca ulaşmayacağından bize avunma olarak dönecektir. suçluluk ve avunma... ne kadar da yakın duruyorlar.'
| adnan özer