Eski zamanlarda uzak bir ülkede geçimini dağdan yonttuğu mermerleri işleyerek sağlayan bir mermer ustası yaşarmış. Usta, kızgın güneşin altında mermer yontmaktan yorgun düşmüş bir halde kendi kendine söylenir dururmuş.
“Bıktım bu hayattan” dermiş ikide bir. “Sürekli mermer yontmaktan, ölesiye çalışmaktan bıktım... Dağ büyük, bense küçüğüm. Ah
Herkesin bir yolu var mıdır bilmem. Hayatta asıl bilmem gerekenleri bilmem. Bu da aslında onlardan biridir. Bilsem, yine bir şey bilmiş olmayacağım, bunu biliyorum. Başkasına ait, onun sırrı ile bildiği bir şey anlatılsa bile anlaşılmıyor. Çalınmasından bile korkmamak lazım. Anlatmak için çırpınılsa, bir gerçek bir başka kimse ile birleşemiyor. Mümkün değil birleşmiyor. Gerçek, parmak izi gibi kendine ait, değişmez, neye yarar peki? Suç işlediğinde yakalanmaya, başka değil. Parmak izi ile kim felah bulmuş, kim parmak izini gösterip rahatlamış, kim başkasında olmayan yani başkasının göremediği yani ona yok sayılan bir gerçekle övünmüş de neyle övündüğü anlaşılmış? Kim övünmüş de övünürken asıl söylemek istediklerini söyleyebilmiş? Ah pek yazık, gerçekten pek yazık. Gerçek varsa, bu yazıktan vazgeçerim. Yoksa yazık demek hiçbir şeye yetmez. Bu yazık dünyanın, orta yerin, bu pek kabuslu rüyanın söylenişi. Yaşıyor muyuz? Evet, pek yazık, şimdilik pek yazık.
(Çok uzun bir sessizlik)
Ama senin dostların var.
(Uzun bir sessizlik)
Çok dostun var.
Onların sana bu kadar koltuk çıkmaları için ne veriyorsun onlara?
Herkesin bir yolu var mıdır bilmem. Hayatta asıl bilmem gerekenleri bilmem. Bu da aslında onlardan biridir. Bilsem, yine bir şey bilmiş olmayacağım, bunu biliyorum. Başkasına ait, onun sırrı ile bildiği bir şey anlatılsa bile anlaşılmıyor.
Çalınmasından bile korkmamak lazım. Anlatmak için çırpınılsa, bir gerçek bir başka kimse ile birleşemiyor. Mümkün
değil birleşmiyor. Gerçek, parmak izi gibi kendine ait, değişmez, neye yarar peki? Suç işlediğinde yakalanmaya, başka değil. Parmak izi ile kim felah bulmuş, kim parmak izini gösterip rahatlamış, kim başkasında olmayan yani başkasının göremediği yani ona yok sayılan bir gerçekle övünmüş de neyle övündüğü anlaşılmış? Kim övünmüş de övünürken asıl söylemek istediklerini söyleyebilmiş? Ah pek yazık, gerçekten pek yazık. Gerçek varsa, bu yazıktan vazgeçerim. Yoksa yazık demek hiçbir şeye yetmez. Bu yazık dünyanın, orta yerin, bu pek kâbuslu rüyanın söylenişi. Yaşıyor muyuz? Evet, pek yazık, şimdilik pek yazık.
Hep şunu öğütleriz: İçinize dönün.
Çabucak, daha ilk adımlarda kaybolacağınız, tanımadığınız bir verde ne işiniz var? O halde içinize dönmeyin. Sanat yapıyorum adına içinizin kendi halinde düzenli kılcal akıntılarına, kendi özel ışığında yolları, çıkışları belli kentine, bilmediğiniz araçlarla girince perişan olacaksınız. Peki diyeceksiniz, üstün şeyler, ruhun yücelikleri, adalet ve merhamet olguları, sevgi, inanç, bunlar nerede? Onları öğerken, öğütlerken ve biz benimserken, onları bulacağımız yer neresi? Şöyle söyleyeyim: Hareketlerinize dönün. Onları gözleyin. Güzelleştirin ve göreceksiniz onlara içinizden biçeceğiniz değerler, dengeler sizin içinizle dışınızla birlikte güzelleştirecektir. (Ah di- yorum, güzelliğin güzelliği) Şimdi açalım: Ne demek harekete dönmek? Şu demek ki hareketin nesnesine çevirin bakışınızı. Hareketin kaslarına ve fiziğine. Bunları güzelleştirmek demenin anlamı, içerdekilerle özleşmeyen güzel bir dış değildir. Bu da yalan olur. Hemen yakalanır. Döndürerek söyliyeyim bir de: Bile bile yapmadığınız şeylerin içinizdeki güzel karşılıkları neye yarar? Söyleyin, sadaka vermenin gereğine inanıyor ve öğütlüyor da, imkânlarınıza rağmen vermiyorsanz neye yarar?
Çünkü çok şey burda oluş, çünkü burada herşey
bizi istiyor apaçık, o yitip giden, bize bir tuhaf
dokunan şey. Bizi, hem de en çabuk yitenleri. Bir kez
hepsi, yalnız bir kez. Bir kez, bir daha yok. Evet,
bizler de bir kez. Bir daha yok. Ama bu,
bir kez bulunmuş olmak, bir kezcik de olsa
yeryüzünde bulunmuş olmak, sanma geri alınabilir.
Biz de