En adi işlerde, zehir gibi, zıkkım gibi,
Büyür, serpilir bu zindanlarda:
İyiliktir insanın içindeki
Sararıp solan tek şey burada:
Bir soluk cefa tutar kapıları,
Keder olur tek Gardiyan
Beni şaşırtan bir kitap oldu. Özellikle Türk yazarlardan böyle bir roman okumamıştım. Hatta delilik salgını fikri orijinal. Daha uzun olabilirdi. Özellikle bazı konular havada kalmış gibi hissettim. Son 20 sayfa da oldu bittiye getirilerek bir son yazılmış. sanki bir hikaye okudum. Karakterlerin ve olayların ayrıntılarına girilmesini tercih ederdim. Yine de farklı bir konu olması, başlangıcı ve sonu çok iyiydi.
Spoiler
Detaylandırılmasını istediğim yerler var:
Şule karakteri, Victor özellikle Özgür karakteri ya da hepsi :D
Muratın eski eşi ile yaşadıklarını annesi ile konuşmasını isterdim başına neler geldi
Murat iyileştikten sonra yangın çıkarmıştı ve Özgürde hastalandı sonrasında yangın çıkararak öldü belki Özgürde iyileşmişti o sırada ve sebebi olmadan o yangını çıkardı. Ya da ben bir yeri kaçırdım.
Yazar bize bıraktı bu noktaları belki ama sanırım romanlarda beklediğim her şeyin sebebinin açığa çıkması.
Sıcak KafaAfşin Kum · April Yayıncılık · 20161,416 okunma
Umut dediğimiz duyguda açıklanmaya muhtaç bir tuhaflık olduğunu düşünmüşümdür. 'Bir umuttur yaşamak' gibi laflarla yüceltildiğini görürüz sık sık. Her şeye rağmen umudunu kaybetmeyen karakterlerin hikayelerini izleriz ya da okuruz. Oysa aslında, aklın, geleceğe ait bir olasılığı gerçektekinden farklı algılamasından başka bir şey değildir. Beklediğimiz, arzu ettiğimiz sonucun gerçekleşme olasılığını olduğundan yüksek sanma eğilimindeyiz. Rulet denilen oyunun yeterli zekada ve aklı sağlığı yerinde kabul edilen insanlar tarafından oynanabiliyor olması bile bunun için yeterli bir kanıttır. Peki neden böyle bir şey var? Neden insan, küçük bir olasılığı, sırf gerçekleşmesini çok istediği için, olduğundan büyük görüyor? Bir de adına 'umut' diyerek methiyeler düzüyor?
Belki de durum tam olarak böyle değildir. Burada sadece olasılığın büyüklüğü değil ona karşı duyduğumuz istek de denkleme katılmalı. Aslında dikkate almamız gereken bu ikisinin çarpımıdır. Çünkü gerçekçi bir karar verebilmek için, sadece olasılıkları değil onların gerçekleşmesinden beklenen kazançları ve gerçekleşmemesinin getireceği kayıpları dikkate almalıyız.
Küçüklüğümde sevgi denen şeyin, temelde bir kişisel yarar beklentisi olduğunu keşfetmiştim ve bu bende büyük bir hayal kırıklığını yaratmıştı. Dolaysız görünen sevgiler bile, yeterince kötü niyetliyseniz, bir çıkar hesabıyla ilişkilendirilebiliyordu. Sonradan, bu duyguyu insanın dolaysız ve hesapsızca hissettiği ve bunun altında içgüdüsel bir yarar beklentisi olsa dahi, insanın bunu hesaplayarak sevgi danışı göstermediği kanaatine vardım. Birini seveceğimize karar vermek için bu hesapları yapmıyoruz. Sevgiyi, nedenlerinden ve gerekçelerinden bağımsız değerlendirmek durumundayız, çünkü sevgiye gerekçe bulmaya çalışmak, bizi yanlış yerlere götürebilir. Bu gerekçelerin bulunabilir olması, sevginin samimiyetinden ve güzelliğinden bir şey götürmez.
Bu noktaya varmak için önce şunu kabullenmek gerekiyor: İnsan dediğimiz şey, sizin sandığınız kadar değerli bir şey değildir. Yenileri çok kolay yapılıyor. Siz kendi yavrunuzu en seçkin bireylerden olsun diye el üstünde tutarsınız, kişiliği zedelenmesin diye dünyanın hışmından canla başla korursunuz. Binlerce şey öğretirsiniz, insanlık tarihinden atomaltı parçacıklara. Sosyal olsun, zeki olsun, bilgili olsun, vicdanlı olsun dersiniz. Sonra kulağından birkaç cümle girer ve onu hayvan benzeri bir şeye çeviriverir. Değerli yavrunuz, artık dünyanın sırtında bir yükten başka bir şey değil. En baştan onun o kadar değerli olduğuna inanmasaydınız daha iyi değil miydi?