Uhrevi ya da dünyevi, tüm kutsallıkların ortak özelliği emredici oluşları, özgür düşünceye ve tartışmaya olanak tanımamalarıdır. Yine de bu iki tür kutsallık arasında önemli bir fark olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Dinler için kutsallık ontolojik bir özelliktir, yani kutsallık dinin “olmazsa olmaz”ıdır; kutsal akidelere dayanmayan bir din, din olmaktan çıkar. Buna karşılık dünyevi öğretilerin, kurumların ya da şahısların “kutsallık" kazanmaları, sadece konjonktürel koşulların ürünüdür ve bu koşulların ortadan kalkması ile kutsallık da ortadan kalkar.
Şimdi bütün bu söylediklerimizden şu sonucu çıkarabiliriz: Aslında yüzyıllar boyunca "laiklik” ya da “sekülerizm başlıkları altında yürütülen kavgalar, düşünceyi kısıtlayan her türlü tekeli yıkarak, gerçek anlamda özgürleşme kavgaları olmuştur. Bu kavgalar, modern çağa girilirken, teoloji-felsefe kavgası olarak yaşanmıştı ve bu aşamada ilhamını doğa bilimlerinden alan felsefe, eski Yunan'da olduğu gibi tabu tanımadan her şeyin özgürce tartışıldığı entelektüel bir alan olarak ortaya çıkmıştı. Ve bu kavga, belli bir coğrafyada ve belli maddi koşullar temelinde, özgür felsefenin zaferiyle sonuçlandı.
Engels, 1840'larda, konu genç Hayalciler arasında yoğun bir şekilde tartışılırken, tüm bu kavgaları özetleyecek bir şekilde "ilâhiyat, zamanla ya özgür bir felsefeye dönüşür ya da kör bir inanç haline gelir" demişti. (1)
Taner Timur
(1) F.Engels, Esquisse d'une Critique de l'Econimie Poltiquie, Annales Franco-Alemandes (Paris, 1844) içinde.