Bir otogar çilesi'
Yıllar sonra karşılaşmışlardı, sevdikleri şehire göç ederlerken,otogarda. İkisine de dar gelmişti iki koca şehir.Duramamışlardı aynı gökyüzü altındaki farklı iki şehirde.Aynı saatte dolunayın aynı yüzünü gördükleri halde. Sicim sicim akan gözyaşlarına esir olduklarına inanamazken aşklarının nihayet gerçek olduğunun er yada geç farkına varmışlardı. Valizlerde kıyafet olurdu değil mi? Onların söz uçar yazı kalır misali bir dolu çerçevelenmiş resim vardı valizlerinde.Hasretlerini biriktirmişlerdi kalplerinde.Ne intikam vardı ne ihanet.Onları ayıran koca bir fedakarlıktı.İkisininde zorlu yaşam mücadelesi içerisinde birbirlerine yaptıkları fedakarlıklarıydı.Birbirlerinden bir mektup almamışlardı,yıllar sonra direkt yüzlerine bakmışlardı. Mimikleri kendilerinden geçerken ikisininde duyguları sarmaşığa dönmüştü. Ne yapacaklarını şaşırmışlarken kadın yapmıştı ilk hamleyi. Sevdiği adama doğru "baba"diye koşan çocuğa karşı adımlarını geriye atmıştı. Yıllar sonra ha? Diye düşündü kadın.Sevdasından evden çıkmazken reva mıydı kadına bu yapılan? Bu bizim çocuğumuz olabilirdi diye kendini yemeye devam ederken valizini alıp geriye doğru giden adımların her birinde sevgisini azaltıyordu. Görülmeyen sevdaya hürmet edip kimseyi sevmemişti,görülen o ki yazık olan,heba olan kendisiydi.Koşarak geldiği yolu geri döndü valizini arkasında, elbisesi uçuşurken sert rüzgarda.
Abdurrahim Karakoç
Ay ışığı pencereden girende Senden yana hayal kurmak ne güzel Ya bir otobüste, ya bir trende Gurbet ilden sana varmak ne güzel Aşkın mayasını senden alıp da Şekillendim sevda denen kalıpta Evinizin kapısını çalıp da İlk çıkandan seni sormak ne güzel, ne güzel Umudu yoksula bol verir Huda Bin tohuma can var bir damla suda Gerek uyanık ol, gerek uykuda Benden bakıp seni görmek ne güzel Kurumadan daha yolculuk teri Gel diye yanına çağırsan beni Bırakıp bir yana gamı, kederi Doya doya seni sarmak ne güzel Aşk deyince anlattığı her şeydir Öldürdükçe tadı gelen bir şeydir Azraile can vermesi zor şeydir Sen istersen sana vermek ne güzel,
Reklam
Hayatımıza Dokunmuş Öğretmenlere
Okulun ilk gününde 5.nci sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkansızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer
“Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel
"Ay ışığı pencereden girende, Senden yana hayâl kurmak ne güzel. Ya bir otobüste, ya bir trende, Gurbet ilden sana varmak ne güzel. Aşkın mayasını senden alıp da, Şekillendim sevda denen kalıpta. Evinizin kapısını çalıp da, İlk çıkandan seni sormak ne güzel. Umudu yoksula bol verir Hudâ; Bin tohuma can var bir damla suda. Gerek uyanık ol, gerek uykuda, Benden bakıp seni görmek ne güzel. Kurumadan daha yolculuk teri, ”Gel” diye yanına çağırsan beni; Bırakıp bir yana gamı, kederi, Doya doya seni sarmak ne güzel. Aşk deyince anlattığı her şeydir; Öldürdükçe tadı gelen bir şeydir.. Azrai'le can vermesi zor şeydir; Sen istersen sana vermek ne güzel."
Abdurrahim Karakoç
Abdurrahim Karakoç
Kalabalık, kalabalık, bir kuru kalabalık. O yana, bu yana akan ha insan, ha alık..
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.