Kitabı iki sene önce okumuştum. Elime alıp bir şeyler hatırlayamayınca tekrar okumaya başladım ve bir haftada bitirebildim.
Ruhun Tutkuları’nda, Descartes’in tüm çabası bence her bir duygunun kökeninin nedensel açıklamasını vermektir.
Açıklamaların bazılarına bakacak olursak “Klasik bir tanımlama” diyebilir, eserin 16. Yüzyıl’da kaleme
Ondan bu kadar nefret etmeme ve ölmesine dilememe rağmen niye inatla her gün görmeyi,konuşmayı sürdürdüğümü çok düşündüm Belki anadil sepep oluyordu bütün bunlara.Anadil öyle bir şeydi ki, aynı şeyi başka dilde söylediğinde bütün anlamı,rengi,kokusu yitip gidiveriyordu....
küçükken öğrenilen anadil beynin belli bir bölgesinde kodlanırken daha ileri dönemlerde -genellikle 3-7 yaş sonrasında- edinilen yeni bir dilse "başka" bölgesinde işleniyor. yani sözün özü, ne yaparsanız yapın, sinirsel olarak ikinci bir lisanı anadil gibi öğrenemiyorsunuz.
...
yabancı lisanda yapılan konuşma, önce beyindeki bu yeni merkeze gider, orada "tercüme edilir", anadil alnına gönderilir ve ardında anadile dönüştürülen ifadeler bilinçli anlama düzeyine ulaşır. konuşurken de tümceler önce anadilde tasarlanır, sonra kişinin kelime bilgisine göre yabancı kelimelere çevrilir ve karşıdakine söylenir. bu durumda alınan ve ifade edilen dildeki çağrışım boyutları kişiye bağlı olarak büyük şekil kaymalarına uğrayabilir.
Türkiye'de iyi Türkçe bilmeyen sosyal bilimci, iyi sosyal bilimci olamaz. Dolayısıyla, sosyal bilimlerde yabancı dilde eğitim, bence ihanetle eşdeğerdir. Dilimiz, dinimizdir.