Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Anarşizmin dezavantajı
Birincisi, devleti ve siyasal otoritenin her biçimini devirme amacı en basitinden gerçekçi değildir. Anarşizme yöneltilen en yaygın eleştiri negatif anlamda bir *ütopyacllık örneği olması, yani 'insanın iyiliğine' ya da piyasa veya sosyal mülkiyet gibi sosyal kurumların düzeni ve istikrarı sağlayabilme kapasitesine dair duydukları aşırı inançtır. İkincisi, anarşistler yönetimi yaz veya yozlaştıncı bir şey olarak görerek *siyasal partiler kur­mak, *seçimlere katılmak ve kamusal mevkiler için mücadele etmek gibi harcıalem yolları reddetmekte ve kitlelerin kendi­ liğinden isyana kalkışma kapasitesine sığınmaktadırlar. Üçün­cüsü, anarşizm tutarlı tek bir siyasal fikirler seti oluşturmazlar.
Karl Marx ( 1818-1883) bu anlamda siyasal iktidarı 'bir sınıfın öte­ kini ezmek için örgütlenmiş gücü' olarak tanımlarken, feminist yazar Kate Millett ( 1970) siyaseti 'bir grup insanın başka bir grup tarafından kontrol edildiği iktidar tarafından yapılandırıl­mış ilişkiler' olarak tanımlamaktadır.
Reklam
David Eas­ton' ındeyişiyle 'değerlerin otoriter tahsisini' çalışmak demektir. Ancak, eğer siyasetin hamuru iktidar ve kaynakların dağıtımı ise, aile, işyeri, okul ve üniversite gibi yerlerde kendine yer bulan siyasetin analizinin odağı devletten topluma kayar.
Esas kaide­si moderniteden post-moderniteye doğru algılanan toplumsal bir değişimde ve bununla alakah modernizmden post-moder­nizme doğru kültürel ve entelektüel değişimde yatar. Modern toplumlar, toplumsal kimliğin büyük ölçüde kişinin üretim sistemi içindeki konumuna göre belidendiği endüstrileşme ve sınıf toplumu ile yapılandırılmış olarak görülür. Öte yandan post-modern toplumlar gittikçe parçalanmış (fragmented), bi­reylerin üreticiden tüketiciye dönüştüğü ve bireyciliğin sınıf, din ve etnik bağlılıkların yerini aldığı çoğulcu 'bilgi toplumla­rıdır: Post-modernite, bu nedenle, bir toplumun gelişmesinin artık imalat endüstrisine bağlı olmadığı, fakat daha çok bilgi ve iletişime dayandığı post-endüstriyalizm ile ilişkilidir.
Marx, her ne kadar, bu komünist toplumu ayrıntıları ile ta­riflendirmeyi reddetse de aşağıdaki özelliklere sahip olacağını tahayyül etmişti: Zenginliğin ortak mülkiyeti üzerine kurulu olacak ve böy­ lece sınıfsız bir toplum olacaktı; Sınıf sistemi bir kez ilga edilince *devlet 'sönümlenecek' ve bu anlamda devletsiz bir toplum olacaktı; Emtia üretimi ve piyasa için değil doğrudan kullanım ve insan ihtiyaçlarının tatmin edilmesi için üretime yönelecekti, Teknoloji, sınıf-temelli üretimin bağlarından kurtarıldıkça 'üretici güçlerin' daha fazla gelişmesine yol açacaktı; Yabancılaşmayan emek güçlendirilerek yaratıcı enerji serbest kalacak ve insan potansiyelinin tam gelişimine izin verecekti.
Çoğu feminist toplumsal cinsiyeti (gender), genellikle 'kadınsı' (feminen) ve 'erkeksi' (maskülen) davranış ve toplumsal rol kalıp yargılarına daya­nan siyasal bir inşa olarak görmektedirler.
Reklam
Michael Bakunin (1814-76) kolektivizm terimini özgür bi­reylerin kendi kendini yöneten birliklerine işaret etmek ve kolektif anarşizm olarak kendi *anarşizm biçimini tanımla­mak için kullanmıştır.
Nazizm, veya nasyonal sosyalizm, ırkçı *milliyetçilik, an­ti-Semitizm ve sosyal Darwinizm'in bir kombinasyonundan esinlenen faşizm kapsamında ideolojik bir gelenektir. Nazi *ideolojisinin aslı ırksal teorilerin bir demektir ki bu bazı kim­selerin Nazizmi 'faşizm artı *ırkçılık' olarak tanımlamalarını da cesaretlendirir.
Etik ya da siyasal bir prensip olarak bireycilik ise genellik­le devlet karşıtı güçlü argümanlara sahiptir. Klasik liberaller, Yeni Sağ ve bireyci anarşistler için bireyciliğin merkezi itkisi sivil toplumu ve 'özel alanı' siyasal otorite pahasına geniş­letmektir. Bireycilik bu şekilde negatif özgürlüğü, bireysel tercih ve sorumluluğunun genişletilmesini ima eder. Ancak bu egoist bireycilik biçimi sosyalistler, geleneksel muhafa­ zakarlar ve modern cemaatçiler tarafından reddedilmektedir. Sosyalist görüşe göre bireycilik hırsı ve rekabeti teşvik eder, cemaat bağlarını zayıflatır; muhafazakar görüşe göre güven­sizlik ve köksüzlük üretir ve geleneksel değerlerin altını oyar
Kolektivizm mi yoksa bireycilik mi? :)
Birey kimliğinin sosyal etkileşim ve sosyal gruplar ve kolektif müesseselere üyelikle şekillendiğini belirtmektedir. Bu nedenle sosyalistler işbirliğini rekabete tercih ederler ve kolektivizmi bireyciliğe yeğlerler.
Reklam
Coğulculuğun temel varsayımları:
• Tüm vatandaşların grup mensubiyetleri vardır ve pek çoğu birden fazla grup üyeliğine sahip olabilir; Her grubun yönetime erişim imkanına sahip olması ve hiçbir grubun baskın bir konumdan yararlanmama­sı anlamında gruplar arasında eşitliğe yakın bir durum vardır; Gruplar içinde yüksek seviyede içsel bir duyarlılık ( responsiveness) vardır, liderlerin üyelere karşı hesap ve­ rebilirlikleri vardır ( accountability); Devlet gruplara karşı tarafsızdır ve yönetsel aygıt grup­lara bir dizi erişim noktaları sunacak kadar parçalıdır; Grupların rakip çıkarlara sahip olmalarına rağmen, siya­sal sistemin doğası ve bir değer olarak açıklık ve rekabet üzerinde gruplar arasında geniş bir mutabakat vardır.
Totaliter dikta­törlüklerde Mussolini, Hitler ve Saddam Hüseyin gibi kariz­matik liderler militarizmi daha incelikli şekillerde kullanarak iktidarlarını pekiştirirler. Kendilerini silahlı kuvvetlerle irtibatlı gösteren askeri üniformaları giyerek ve savaşçı asker retoriğini kullanarak kendi rejimlerini ve toplumlarını disiplin, itaat ve ge­nellikle şovenist milliyetçilikle bütünleşik kolektif bir amaca sahip olma duygusu gibi askeri değerlerle doldururlar. Ancak, militarizm bir rejim takviyesi mekanizması olarak sadece savaş veya ısınan uluslararası çatışma ortamında etkili olabilir çünkü militarizmin istisnasız bir şekilde terör politikası ve kapsamlı baskı yoluyla sağlanabildiği çok defa ispat olunmuştur.
Liberal korporatizm siyasal olarak daha anlam­lı olduğunu özellikle 1945 sonrası dönemde ispat etti. Bazı yarumcular korporatizmi belirli tarihsel ve siyasal koşullarca şekillenen devlete özgü fenomen olarak görmektedirler. Bu nedenle korporatizmi Avusturya, İsveç ve Hollanda, kısmen Almanya ve Japonya gibi iktisadi yönetimin belli biçimleri­ ni geleneksel olarak uygulayan hükümetlerin bulunduğu ül­kelerle ilişkilendirdiler.
Otoriteryen/Liberal korporatizm
Otoriteryen korporatizm (bazen devlet korporatizmi olarak geçer), İtalyan faşizmi ile yakından ilişkilendirilen bir ideoloji veya ekonomi biçimidir. Mussolini'nin 'şirket devlet ( corporate state)' adını verdiği şeyi kurmak için yola çıkan bu ideoloji İtalyan toplumunun organik bütünlüğünü temsil etti­ ği iddiasında bulunmakla beraber pratikte endüstrinin siyasal gözdağıyla sindirilmesi ve bağımsız sendikaların imhasıyla işlemiştir. Liberal korporatizm (bazen 'toplumsal (societal)' korporatizm veya neo-korporatizm olarak geçer), olgun li­beral demokrasilerde bulunan bir eğilim olarak örgütlenmiş çıkarların bazı ayrıcalıklada ve politika üretim sürecine eri­ şir o le donatılmasını ifade eder. Grup siyasetinin bu biçimini sağlamada kullanılan mekanizmalar gruplar ve yönetim ara­ sındaki bütünleşme derecesine bağlı olarak farklılıklar göster­ mektedir. Otoriteryen çeşidinin aksine liberal korporatizm ekseriya, grupları yönetime karşı güçlendiren diğer -aksi de­ğil-, korporatizmin 'aşağıdan yukarıya' biçimi olarak görülür.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.