Bir anekdot vardır: Atatürk, Samsun'a çıkmak için İstanbul'dan ayrılmasının ardından ancak yedi sene sonra İstanbul'a dönebilmiştir. Tabii artık müthiş bir zafer kazanmış kurucu bir liderdir. Gemisi iskeleye yanaştığında onu gören halk, "Yaşa Paşam!" ve "Hoş Geldin Paşam!" sloganları atmaktadır. Atatürk geminin küpeştesinden bakar, bir yanında Şükrü Kaya bir yanında Recep Zühtü vardır. Recep Zühtü dönüp Atatürk'e bakar, onda en küçük bir memnuniyet ve heyecan göremez. Nihayetinde dayanamayıp "Kemal, heyecanlanmıyor musun?" diye sorar. Atatürk, "Recep, bu halk aynı coşkuyla bizi yarın darağacına da götürür" diye cevap verir.
Geçmiş gün. 1987 yılındayız. Ağır rutubet kokan küçük bir salonda beş kişiyiz. Recep Tayyip Erdoğan'ı dinliyoruz. Bir saat geride kaldı. Heyecanından ve ciddiyetinden zerre kaybetmeden konuşmasını sürdürüyor. O konuşma bir buçuk saatin sonunda bitti. Beş kişiye bu kadar uzun süre konuşma yapmak nasıl bir şeydi? Şimdi partinin en alt kademesindeki genç kardeşimiz bile böyle bir 'kalabalığa' seslenmeye tenezzül etmeyebilir. Öyle görünüyor, anlaşılıyor. Kızmak yok. Yıllar sonra. Cennetmekân Necmettin Erbakan'la bir odadayız. Sadece iki kişiyiz. "Cemaat yapalım" diyor. Hemen orada, korkudan donup kalıyorum. ** Başarı, beş kişiye bir buçuk saat konuşma yapmaktan geçiyordu. Başarı, iki kişiyle cemaat olabilmekten geçiyordu. Karşınızda veya arkanızda yüzlerce, binlerce insanın durmasına gerek yoktu.
Reklam
Solun içinde gerçek bir kadın sorunu tartışması olmadı. Bir anekdot Marksistlerin bu konudaki körlüğünü özetlemeye yardım eder. 1915'te Bolşevik lnes Armand, ahlak, cinsellik ve komünizmi uzlaştıracağını umduğu bir broşürde evlilikle ilgili görüşlerini ortaya koydu. Lenin çalışmasını bir "sol sapma" diye eleştirdi ve onu tutumundan vazgeçmeye ikna etti. Aleksandra Kollontay kadının yaratıcı ruhu ile erkek inatçılığı arasındaki bu tür çatışmaları "ejderha ile kaz" arasındaki mücadele olarak adlandırdı.
Ne kadar doğrudur bilmiyorum, şöyle bir anekdot vardır: Bir gün Fuat Bey'in katıldığı bir toplantıda idâdi mezunu olduğu yüzüne vurulmak için hangi üniversiteden mezun olduğu sorulunca, "Vallahi ben herhangi bir üniversiteden mezun değilim ancak İstanbul Türkiyat Enstitüsü benden mezundur," diye cevap vermiştir.
Aşağılık kompleksine sahip bireylerin mazlum, sakin, çekingen ve yumuşak başlı kimselermiş gibi görünmeleri, yanıltıcı bir genellemedir. Yetersizlik duygusu binlerce farklı kılıkta ortaya çıkabilir. Bu durumu somut bir şekilde anlatmak için bir anekdot paylaşmak yerinde olacaktır. İlk kez hayvanat bahçesine götürülen üç çocuğun aslan kafesinin önündeki tepkilerini ele alalım: - İlk çocuk, annesinin arkasına saklanarak "Eve gitmek istiyorum" der. - Olduğu yerden kıpırdayamayan ikinci çocuk ise benzi sapsarı kesilmiş ve titreyerek "Hiç korkmuyorum, ama hiç!" der. - Aslana dik dik bakan üçüncü çocuk ise annesine dönüp "Yüzüne tüküreyim mi şunun?" diye sorar. Gerçekte, üç çocuğun üçü de aslan karşısında bir yetersizlik duygusuna kapılmıştır. Ancak her biri bu duyguyu farklı biçimlerde, kendi yaşam üsluplarına uygun şekilde dışa vurmuştur.
Anekdot: Bir padişah, bir âlimden nasihat ister. Alim zat bir bardak su getirtir. "Padişahım, dünyada sadece bu su kalsa çok susamış bir hâlde iken karşılığında saltanatınızı verir misiniz?" diye sorar. Padişah biraz düşünür ve "Veririm!" der. "O hâlde padişahım, bir bardak su değerinde olan saltanatınıza güvenip mağrur olmayasınız!" der âlim zat. İşte bir bardak suyu yudumlamadan önce onun ne kadar kıymetli olduğunu, saltanat değerinde olduğunu, bir gözümüzün trilyon dolar değerinde olduğunu düşünürsek olumsuz duyguları atmış oluruz. Tanıdığımız bir zatı, bir hayvan karnından yaraladı. Bir ay evden dışarı çıkamadı. Sağlam olup dışarı çıkmış olsaydı kan davası yüzünden öldürülecek olduğunu öğrenince çok şükretti. Bize kötü gibi gelen bazı olayların, aslında bizim için hayırlı olduğunu anladığını söylüyor. Kültürümüzdeki "başa gelen her olayda hayır vardır" inancı, mutluluğumuz için çok önem arz etmekte ve isyanı, feveranı, anormal tepkileri yok etmektedir. Bunun gibi diğer kültür ögelerimizin de altın değerinde olduğunu anlamalı ve anlatmalıyız. Bir köpek ölüsüne bile "Dişleri çok güzel!" diyerek olumlu bakan yüksek bir kültürün mensubu olduğumuzu bilmeliyiz. Şair ne güzel söylemiş: "Elbet bulunur bir güzellik her çirkinde, İnci gibi gözükür dişler zencide!"
Sayfa 81 - BkyKitabı okudu
Reklam
653 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.