Bir anekdot: “Misyonerler yalnız Hıristiyan unsurları değil, Türk olmayan Müslümanları da Türklere karşı ayaklandırmak istemiş, Türk yenileşme hareketlerini, dinden uzaklaşma eylemi gibi gösterip, Türkle Müslüman kavimlerin arasını açmaya çalışmışlardır”
Sayfa 134 - Kâzım Karabekir, Birinci Dünya Harbi’ne Nasıl Girdik
Korkaklığın fayda sağlamaması üzerine kısa bir anekdot
Korkaklık ve zaman acele etmemek için “Bugün değil yarın” demeye daima bir neden bulur. Oysa göklerdeki tanrı ve ebediyet der ki: “Bugün yap. Kurtuluş günü şimdidir.” … Gelgelelim korkaklık geri durur, bizi engeller. Keşke tüm alçaklığıyla görünseydi, o zaman insan onun iç yüzünü fark edip derhal savaşabilirdi.
Reklam
Muazzam :')
Sadettin Ökten
Sadettin Ökten
: Merhum Mahir İz Hoca'dan bir anekdot aktarayım. Rahatsızlandı, Paşabahçe Sosyal Sigortalar Hastanesi'ne yatırıldı. Ben yeni asistan olmuşum, yirmi beş yaşındayım, ziyaretine gittik. Hoca sekiz-on hastanın olduğu bir koğuşta yatıyor, hocayı bir kenara koymuşlar. Ya hususi oda yok ya da öyle bir oda tutmak mümkün olmadı. Oturduk biraz yanında. Ben üzüldüm, o da anladı üzüldüğümü. "Ben dünyaya bakmasını severim, seyrediyorum. Tavandan bir küre sarkıyor, bak orada hayatın aksi var. Işık kırılıyor orada; insanlar şişman, otobüsler ince uzun, hayatın aksine bakıyorum, sen merak etme ," dedi . " Seyretmesini bildikten sonra ..." Hatta Hâşim'den bir şey okudu. "Seyreyledim eşkâl-i hayatı/ Ben havz-ı hayalin sularında/ Bir aks-i mülevven- dir onunçün/ Arzın bana ahcâr ü nebâtı". "Hayatın akışını hayal havzının sularında ben seyrediyorum," ama "renkli bir akis o." diyor. "Hayatın kendisi değil, nedir o? Arzın cemadatını ve tüm nesneleri hayal sularında seyrediyorum , burada hastayım ama dünyayı bırakmadım ," diyor.
Necip Fazıl'a izafeten anlatılan bir anekdot var. Üstad bir gün, aç kalmışken, bir pastanede, gazetesine yetiştirmesi gereken yazasını da yazmaya çalışıyor. Önündeki kâğıda yazının başlığını yazmış: "Açlık"! Tam o sırada bir arkadaşı çıkageliyor ve üstadı yemeğe davet ediyor. Üstad davete icabet ediyor. Yemekten sonra yazısını yazmak üzere kâğıdını önüne koyduğunda, yazmakta zorlanıyor ve: "Bütün açlık ilhamımı mahvettin!" diye arkadaşına serzenişte bulunuyor.
Sayfa 79 - İz Yayıncılık 2002 BaskısıKitabı okuyor
Ayrıca çoğu kişi bildiği şeyi nasıl ya da kimden öğrendiğini unutur; hatta bazı kişiler bildikleri şeyi, ister bir olay, ister bir düşünce, bir görüş, bir dedikodu, bir anekdot, bir yalan, bir fıkra, bir kelime oyunu, bir şiar, bir başlık, bir hikaye, bir özdeyiş, bir slogan, bir söylev, bir alıntı ya da bir metnin tamamı olsun, kendilerinin keşfettiğine inanırlar ve onu bizzat yarattıklarından kuşku duymadan ya da çaldıklarını bilerek ama zihinlerinden uzaklaştırıp gizleyerek gururla sahiplenirler.
Sayfa 16 - MetisKitabı okuyor
Orkun'un Yayın Macerası ve Sonu: Orkun'da hiç aksamayan iki köşe vardı: "Orkun'dan Sesler" ve "Türkiye'nin Köy ve Kasabaları". Bunlardan birincisinde haftanın bazı haberleri çok defa mizahi bir üslupla ele alınıyor ve ayrıca 1944'e ait güldürücü hatıralara yer veriliyordu. Diğerinde çeşitli şehir,
Reklam
Durum oldukça ilginçti. Bilinmeyen bir görev için bilinmeyen bir yere gidiyorduk. Ancak davetimiz ya tam bir aldatmacaydı ki bu akıl almaz bir hipotezdi ya da önemli konuların yolculuğumuza bağlı olabileceğini düşünmek için iyi nedenlerimiz vardı. Bayan Morstan'ın tavrı her zamanki gibi kararlı ve kendine hakimdi. Afganistan'daki maceralarımı hatırlatarak onu neşelendirmeye ve eğlendirmeye çalıştım; ama doğruyu söylemek gerekirse ben de durumumuzdan dolayı o kadar heyecanlandım ve nereye gideceğimizi o kadar merak ettim ki hikayelerim biraz işin içine karıştı. Bugüne kadar, gecenin köründe bir tüfeğin çadırıma nasıl baktığına ve ona çift namlulu bir kaplan yavrusunu nasıl ateşlediğime dair dokunaklı bir anekdot anlattığımı söylüyor. İlk başta hangi yöne doğru gittiğimize dair bir fikrim vardı; ama çok geçmeden hızımız, sis ve Londra hakkındaki sınırlı bilgim yüzünden yönümü kaybettim ve çok uzun bir yol kat ediyormuşuz gibi göründüğü dışında hiçbir şey bilmiyordum. Ancak Sherlock Holmes asla hatalı değildi ve taksi meydanlarda ve dolambaçlı ara sokaklarda girip çıkarken isimleri mırıldanıyordu. "Rochester Row" dedi. “Şimdi Vincent Meydanı. Şimdi Vauxhall Köprüsü Yolu'na çıkıyoruz. Görünüşe göre Surrey tarafına gidiyoruz. Evet öyle düşünmüştüm. Şimdi köprüdeyiz. Nehrin bir anını görebilirsiniz.” Gerçekten de geniş, sessiz su üzerinde parlayan lambaların olduğu Thames Nehri'nin bir bölümünün geçici bir görüntüsünü elde ettik; ama taksimiz hızla ilerledi ve çok geçmeden diğer taraftaki sokak labirentine girdi.
Anekdot!
“Küçüklerle küçük işler yapılır. Büyüklerle ise, küçük olan şey bile büyük olur!”
Orkun'un Yayın Macerası ve Sonu: Orkun'da hiç aksamayan iki köşe vardı: "Orkun'dan Sesler" ve "Türkiye'nin Köy ve Kasabaları". Bunlardan birincisinde haftanın bazı haberleri çok defa mizahi bir üslupla ele alınıyor ve ayrıca 1944'e ait güldürücü hatıralara yer veriliyordu. Diğerinde çeşitli şehir,
Bazı tarih kitaplarına göre Viyana Kuşatması esnasında Osmanlı mehteri bütün muhasara müddetince nevbet vurmaya devam etmiş. Mehter sesinin Osmanlı askerine şecaat, düşmanına da korku verdiği bilindiğinden hünkâr mehterin hiç susmadan gece gündüz çalmasını emretmiş. Viyana önlerinde günler boyu bu ses, şehirdeki halkı öylesine bizar etmiş ki, zaferden sonra bir grup papaz şu itirafta bulunmuşlar: -Eğer siz son hücumu yapmayıp da iki gün daha mehter sesi devam etseydi; şehir kendiliğinden düşecekti ve biz teslim kararı almıştık. Bu anekdot, Osmanlı mehterinin ve kös sesinin ihtişamını anlatmak için uydurulmuş bir efsane olsa gerektir.
Sayfa 133Kitabı okudu
Reklam
MÖ 2000: Al bu otu ye! MS 500: O otu bırak, gel bu duayı oku! MS 1000: O dua batıl inanç, gel bu iksiri iç! MS 1600: O iksir faydasız, al bu hapı yut! MS 1940: O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç! MS 2000: O antibiyotik zararlı, al bu otu ye! İnsanlığın deneye yanıla en başta durduğu noktaya dönmesini ironik bir şekilde ifade eden bu anlatımda ciddi bir gerçeklik payı da var. Gülmece olsun diye kurgulanan anekdot, aslında insanlığın ağır bedeller ödeyerek en baştaki noktaya dönüş arzusunu/zorunluluğunu anlatıyor!
Duymuşsunuzdur Avrupa ürünlerimizi geri gönderiyor
O halde, son bir anekdot daha aktarayım: Batı ülkeleri, “doğal beslenme yöntemlerine dö- nerken, bizim gibi ülkelere hala "hormonlu yem'leri niye kakalıyorlar acaba?.. "Avrupa gübresi" ile yetiştirip "ihraç" ettiğimiz “meyve-sebze'leri bile almakta nazlanıyorlar!.. Acaba neden?.. Hele düşünün!...
Size bir anekdot anlatmama izin verin: müvekkilimiz cezaevinde gardiyanlarınızdan biri tarafından hakarete uğradı ve ona nasıl cevap verdi biliyor musunuz? "Aptal, ben senin için burada yatıyorum." Evet, Sayın Başkan not edin, müvekkilimiz ne için savaştığını biliyor, ülkesi için savaşıyor, özgür, mutlu, her vatandaşına, Müslümanlara ve Avrupalılara, özgürlüğü garanti edebilen bir ülke istiyor. Düşünce özgürlüğü ve eşitlikten başka bir şey istemiyor.
Kur’an’a verilen önem.
Seferlerde her kabile ve boy, kendi sancağını taşırdı. Bu bağlamda Tebük Seferi'nde sancakları kimlerin taşıyacağı konusunda ya- şanan bir anekdot önemlidir. Önceleri Mâlik b. Neccâroğulları'nın sancağını Umâre b. Hazm'a (r.a) veren Hz. Peygamber (s.a.v), Tebük'e giderken bu kabilenin sancağını Zeyd b. Sâbit'e (r.a) verdi. Umâre b. Hazm bu uygulamasının sebebini anlamak için Hz. Peygamber'e (s.a.v), kendisine kızgın olup olmadığını sorduğunda şu cevabı almıştı: "Allah'a yemin ederim ki hayır (kızgın değilim)! Fakat Kur'ân'ı öne geçirin. (Zeyd b. Sabit) Kur'ân'a senden daha fazla vakıf. Kur'ân kendisine vakıf olanı öne geçirir; isterse burnu kesik siyâhî bir köle olsun.
Sayfa 34
46. Not
Tıpkı Proteus'un kılık değiştirmesi gibi, sofistlerin de aynı konuyla ilgili olarak hep farklı şeyler söylemeleri konusunda Martin Heidegger şöyle bir anekdot aktarır: "Kadim zamanlarda, ders vermek için her yere seyahat eden ünlü bir Grek bilgini vardı. Bu tür insanlara sofist deniyordu. Bir keresinde Küçük Asya'daki bir ders gezisinden Atina'ya dönen bu ünlü sofist, sokakta Sokrates'e rastladı. Sokaklarda avare avare dolaşmak ve insanlarla konuşmak, sözgelimi bir ayakkabının ne olduğu hakkında bir ayakkabı tamircisiyle konuşmak Sokrates'in alışkanlığıydı. Sokrates'in şeylerin ne olduğundan başka hiçbir konusu yoktu. 'Hala orada mı duruyorsun?' diye sordu Sokrates'e bu çok gezen sofist küçümseyici bir edayla 've hala aynı şey hakkında aynı şeyi mi söylüyorsun?' 'Evet', diye cevap verdi Sokrates, 'öyle yapıyorum. Fakat sen, çok açıkgöz olan sen hiçbir zaman aynı şey hakkında aynı şeyi söylemiyorsun.' "
743 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.