Anne.. Ben iyi değilim. Neyi tuttuysam elimde kaldı. Atladığım her öğün için üzülen sen, ruhumdan akan kanı görsen, nasıl dayanırsın bilmem..
Anne.. Tanıdığım tek büyücü sensin. Elinden her şey gelir senin. 'Tekrar doğursan beni'. Beni tekrar çocuk yapsan. Çok üzdüler beni anne, kızsana hepsine..
Büyümüşüm ben, öyle söylüyor herkes. Öyle mi gerçekten? Dizlerin.. Başımı yaslama mesafesinin uzağında mı gerçekten?
Anne.. Beni bırakma. Çok uzaklara gittim evet, ama bak döndüm. Burdayım annem. Soru da sormazsın ki sen.
Anne.. Ölme sakın..
Umutsuz bile değilim artık annem. Bildiğim tek şey, her tarafım acıyor. Hatırlar mısın anne? Küçük bir çocukken ben, hikayeler anlatırdın. Hepsinin sonu iyi biterdi. (Ne olacak anne benim sonum)
"Merak ettiğim... Bu ilgi nereden geliyor? Seni piyanoya bu kadar bağlayan şey ne?"
"Ailem. Annem daha doğrusu..."
"Annenin mesleği miydi?"
"Değildi. Mesleği olmasını isterdi... Sanırım... Yani bana hiç anlatmadı ama ben gözlerinden anlamıştım. O piyanist olamadı diye ben oldum." Hayır, sen annen seni sevsin
Annem garip bir tavırla iç çekti. Her gün duyduğu bir soruya yanıt verir gibi ezberden, "Bunları konuştuk, Devrim," dedi. "Şirket senin için uygun değil. Kafa işleri... Nasıl desem, erkekler pek beceremiyor, siz kol kuvveti gerektiren işlerde daha iyisiniz. Sakın beni yanlış anlama, senelerdir de konuşuyoruz bunu ama şirket sana biraz... nasıl desem, fazla. Ezilirsin orada. Herkes tepeden bakacak sana, erkek olduğun için de herkes benim torpilimle işe girdiğini konuşup duracak. Bunları yaşamanı istemiyorum."
İçimi bir hüsran kapladı. Kötü hiçbir şey söylenmemiş gibi görünen bunca cümle içinde nasıl söylenen her şey tamamen yanlış olabilirdi? Kendimi bok gibi hissediyordum.
“Gel de herkesle tanış, anne.” Tereddüt ettiğinde elini tuttum ve onu arkadaşlarımın yanına götürdüm. “Bu benim annem, Caprice.”
Frankie onun elini tutmak için öne çıktı ve dudaklarına götürdü. “Sei troppo giovane per essere una madre.”
Anne olmak için çok gençsin.