Hürrem Sulta n da ı553-1554 Nahcivan Sef e ri sırasında Kanuni'ye ya zdığı mektubun da hükümdara olan hasretini belirt­tikten sonra İstanbullular'ı memnun edecek, şahın ailesinden bir kadın ve ya erkeğin esir edilmesi gibi bir zafer işaretinin olmamasına üzüldüğünü belirtmişti. Tabi böyle bir zafer işareti sefer sırasında öldürülen Şehzade Mustafa'ya üzülen halkın düşüncelerini etki­leyeceği için Hürrem Sultan açısından önemliydi "Canımın parçası saadetli sultanım hazretlerine içten ve gönülden, binlerce türlü hasret ve arzularla binbir dua ve sena­lar edip, yüzümü şerefli ayak toprağına sürüp, mübarek şerefli elinizi öperim. Benim iki gözüm, yoluna kurban olduğum, devletim, padişahım. Umulur ki, ben çaresiz cariyenizin büyük arzusu kabul buyurula. Benim devletim, benim saadetim, sul­tanım. Mübarek sağlığınız nasıldır? Mübarek başınız ve bütün azalarınız ve mübarek ayağınızdan nasılsınız? Şimdilik benim devletim, benim sultanım, tam sağlık üzeresinizdir. Benim iki gözüm, devletim, padişahım. Yüce Al lah hazretinden dileğim budur ki, hazret-i Allah şerefli vücudunuzu bütün hatalardan ve belalardan saklayıp, daima Allah'ın korumasında olup, Nuh gibi ömür süresiniz, inşallah! Benim padişahım ve benim ca­nımın parçası, saadetli padişahım, gözümün nuru, gönlümün eğlencesi, benim dünyalar kadar hasretim, varlığım, padişahım. Eğer sultanım, hasret elemiyle ciğeri kebap ve ayrılık kederiyle gözü yaşla dolmuş çaresiz cariyenin halini sorarsa, Allah bilir ki, benim saadetim, zamanımı n tümü gam ile geçip, ayrılığından vücudum sızlar oldu. Benim
Sayfa 188 - Yedıtepe Yayınları 2011Kitabı okudu
Halifesiz mi kalmışlar,mısır ppli biri halife olsaydı olmaz bunlar dedi
13 Kasım ise, İstanbullular için unutulmayacak kadar ıstıraplı bir gün oldu. Çünkü o gün İstanbul ile Beyoğlu birbirinden büsbütün farklı iki şehir hâlinde idi; birincisi minareleri, camileri ve türbeleriyle sessiz, vakur ve fakat yaslı bir şanlı gösterişe bürünmüştü; ikincisi ise, yerlere kadar sarkan yabancı bayraklar ile süslü binaları,
Reklam
Ayrılık Çeşmesinin de bir hikayesi varmış.
"Vaktiyle Gazanfer Ağa buraya bir çeşme bir de açık namazgâh yaptırmış. Şehirden ayrılan kervanlar kalanlarla burada vedalaştıkları için İstanbullular buraya Ayrılık Çeşmesi demişler."
Gerekli dua ve ayetleri unutmasına rağmen yirmi beş yıl köpekler Mevlut'u hiç korkutmamışlardı. Ama şu son iki yılda Mevlut onlardan yeniden korkmaya başlamıştı. Onlar da bunu fark ediyor, Mevlut'a havlıyor, onu sıkıştırıyorlardı. Acaba ne yapmalıydı? "MESELE DUA, AYET DEĞİL, NİYETTİR" dedi Efendi Hazretleri. "Bozacı, sen son zamanlarda milletin rahatını kaçıracak bir şey yaptın mı?" "Yapmadım," dedi Mevlut. Elektrik tahsil işine bulaştığını söylemedi. "Belki yapmışsındır da farkında değilsindir," dedi Efendi Hazretleri. "Köpekler bizden olmayanı sezer, anlar. Onlarda bu haslet Allah vergisidir. Bu yüzden Avrupalıları taklit etmek isteyenler köpeklerden korkar. Osmanlı'nın belkemiği Yeniçerileri katlederek Batılılar'a bizi ezdiren II. Mahmut İstanbul'un köpeklerini de katletmiş, öldüremediklerini Hayırsızada'ya sürgün etmişti. İstanbullular aralarında dilekçe imzalayıp köpeklerini sokaklara geri istediler. Mütareke yıllarında İstanbul işgal altındayken, İngilizler Fransızlar rahat etsin diye köpekler gene katledildi. İstanbul'un güzel halkı köpeklerini gene geri istedi. Bütün bu tecrübeyle artık köpekler kim kendilerine dost, kim düşman, derinden sezerler."
Sayfa 369 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Yanan Ormanlarda Elli Gün
Tarları verimsiz.Şöyle dişe dokunur hiç bir gelir kaynağı olmayan bu yerlerde fabrikalar yapılabilir. Çamlıklar safiye yeri olsa; Ankaralılar,bozkırı seven İstanbullular yazları gelebilir.
Sayfa 221 - YkyKitabı okudu
AŞK Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı, Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki
Reklam
İstanbullular bir Ankaralıyla konuşurken sürekli gülümsüyor. Sanki siz az önce gülünç, çocukça bir şey söylemişsiniz ya da yapmışsınız gibi şaşkın ama bağışlamaya hazır bir edayla gözlerinizin içine bakıp gülümsüyorlar.
Kadim Osmanlı başkentinde kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. İstanbullular, Boğaz'daki gemileri görmemek için başları önde, hızlı hızlı yürümektedir. Paşa, kendisini götürecek istimbotu beklerken yanındakilerin kederine de tanık olmaktadır. İşte o anda, belki de sigarasından derin bir nefes çektikten sonra, yaveri Cevat Abbas'a tarihe bir kararlılık ve dirayet nişanı olarak geçecek o sözleri sarf edecektir:"Endişelenme, geldikleri gibi giderler!"
Ölüm bile bu köşelerde başka çehreler takınır. Bu değişiklikler hep birden düşünülünce muhayyilemizde tıpkı bir gül gibi yaprak yaprak açılan bir İstanbul doğar. Şüphesiz her büyük şehir az çok böyledir. Fakat İstanbul'un iklim hususîliği, lodos poyraz mücadelesi, değişik toprak vaziyetleri bu semt farklarını başka yerlerde pek az görülecek şekilde derinleştirir. İşte İstanbul bu devamlı şekilde muhayyilemizi işletme sihriyle bize tesir eder. Doğduğu, yaşadığı şehri iyi kötü bilmek gibi tabiî bir iş, İstanbul'da bir nevi zevk inceliği, bir nevi sanatkârca yaşayış tarzı, hattâ kendi nev'inde sağlam bir kültür olur. Her İstanbullu az çok şairdir, çünkü irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratması bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyile oyunu içinde yaşar. Ve bu, tarihten gündelik hayata, aşktan sofraya kadar genişler. "Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak" yahut "Nisandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır" diye düşünmek, yaşadığımız ânı efsaneleştirmeğe yetişir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Takvim onlar için Heziod'un Tanrılar Kitabı gibi bir şeydi. Mevsimleri ve günleri, renk ve kokusunu yaşadığı şehrin semtlerinden alan bir yığın hayal hâlinde görürdü. Yazık ki bu şiir dünyası artık hayatımızda eskisi gibi hâkim değildir.
Sayfa 120Kitabı okudu
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
13 Kasım'da Paşa, epey hareketli Boğaz suları yüzünden Haydarpaşa'da bir süre beklemek zorunda kalacaktır. Başkentte kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. İstanbullular, Boğaz'daki gemileri görmemek için başları önde, hızlı adımlar ile utanç içinde yürümektedir. Paşa, kendisini götürecek istimbotu beklerken yanındakilerin de kederine tanık olmaktadır. İşte o anda, yaveri Cevat Abbas'a tarihe bir kararlılık ve dirayet nişanı olarak geçecek o sözleri sarf edecektir: "Endişelenme, geldikleri gibi giderler!"
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.