II. Abdülhamit, 1881'de Muharrem Kararnamesi ile dış borçların ödenmesini yeni bir plana bağladı. Buna göre Düyun-ı Umumiye İdaresi kurulacak ve alacaklı devletler belli başlı gelirlere el koymak suretiyle alacaklarını tahsil edeceklerdi. Böylece Osmanlı Maliyesi, gelirlerinin önemli bir bölümünden feragat etmiş oluyordu. Yine de devlet henüz teslim olmuş sayılmazdı. Bu yüzden gerek iktisadi ve gerekse eğitim, sosyal ve kültürel bakımdan kalkınma yolları aranmaya devam edildi. Ülke çapında okullaşma faaliyetine girişildi. II. Mahmut döneminde açılan Mekteb-i Maarif-i Adliye ve Mekteb-i Ulum-ı Edebiye'nin programları revize edildi. Hukuk Mektebi, Mülkiye Mektebi, Mühendis Mektebi, Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi, Baytar Mektebi, Ticaret Mektebi gibi yüksek okullar açıldı. Keza öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere Muallim Mektebi'nin açılışını da ilave etmek gerekir. Ülke genelinde tam bir okullaşmaya yönelindi. İlkokul ve ortaokullanın sayısı arttırıldığı gibi hemen her şehirde idadiler (lise) açıldı. Kürt ve Arap aşiret reislerinin çocuklarının eğitilmesi için Istanbul'da bir Aşiret Mektebi açıldı. Bundan amaç kolaylıkla manipüle edilen aşiretlerdeki ayrılıkçı eğilimlerin önüne geçmekti. Ne yazık ki bu okul kısa zaman içinde sulandırılıp işlevsiz hale getirildi.
Sayfa 228 - Yeditepe Yayınevi 1. Baskı Ekim 2022Kitabı okudu
İslâmdan önce Türkler Teokratik bir toplum nizamı içinde değildi. Teokrasi (Theocratia) yani dini esasların ve hiyerarşinin, siyasi ve içtimai hayata her sahada egemen oluşu nizamı, Türklere yabancıydı. Eski Türk dini olan Şamanizm ve onu yöneten Şamanlar, toplum hayatında ön planda gelmiyordu. İslâmdan önceki Türk boylarında dini taassup
Sayfa 165 - Remzi kitabeviKitabı okudu
Reklam
Abdülhamid'in İslam Birliği siyaseti İslam dünyasının genelinde batılılaşma sürecinin yarattığı olumsuz Osmanlı imajını değiştirmekle büyük bir başarı kazandı ve II. Mahmut ile başlayan "gavur padişah" algısı yerini "halife baba" imajına bıraktı. Abdülhamid Osmanlı'nın Müslüman bir devlet ve hilafet merkezi olarak
Sayfa 360 - NûbiharKitabı okudu
Yerlerini kısa ve orta vadede doldurabilecek alternatif yapıların yokluğundan dolayı emirliklerin ortadan kaldırılmasının Kürt coğrafyasında yarattığı ilk sorun kanun gücünün azalması ve düzenin bozulması olmuştur. Dönemin tanıklarına göre Kürdistan'ın hiçbir bölgesinde ne hukuk ne de kamu düzeni kalmıştır. Aşiretler bazen devlete itaat ediyorlarsa da bunun sebebi o sırada veya o bölgede devletin askeri gücünün karşı koyulamayacak düzeyde olmasıdır. Her Kürt aşiret reisi adeta kendine bir krallık kurmuştur. Bölge bu haliyle Osmanlı'nın diğer hiçbir bölgesine benzememektedir. Devlet ise Kürt reislerinin zorbalıkları karşısında yetersizdir.
Güneyde Yemen ve diğer yerlerde birkaç dağınık vaha yerleşim birimleri dışında Arap yarımadası uçsuz bucaksız bir çöldür. Burası, kökenleri kesin olarak saptanamayan eski Sami ırkından Arapların ülkesidir. Bizans ve Sasani imparatorluklarının gayet disiplinli yönetilen topraklarına karşılık, 7. yüzyıl başlarının Arap Yarımadası'nda merkezi bir otorite yoktu. Devlet yapısı, ortak bir hukuk sistemi ve bir yönetim merkezi de bulunmuyordu. Bireyin sadakatle bağlı olduğu aşiretler, en büyük toplumsal ve siyasal örgütlenmelerdi. Her aşiret, kurucu bir atadan gelmiş olma inancına dayanan akrabalık bağlarıyla çevrilmiş bir birimdi. Arabistan sakinlerinin çoğu deve, koyun ve keçi yetiştiren kır göçebeleriydi. Arabistan'ın sert ikliminde otlakların azlığı, sürekli olarak bir yerden başka bir yere göçü gerektirirdi. Az olan kaynaklar için rekabet aşiretler arasında çekişmelere yol açar, savaş bir hayat tarzına dönüşürdü. Bu doğrultuda bütün erkeklerin savaşçı olmaları beklenir, aralarında en yiğitlerin serüvenleri aşiret kültürüne yerleşirdi. Arapların bu çok geniş savaş deneyimleri, İslamiyet'in ilk dönemlerdeki yayılmasında önemli bir etken olacaktı.
Sayfa 9 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Daha iyi, daha güzel, daha aydınlık bir dünya isteyen insanlar, düşünceleri uğruna çöl eziyet çektiler, öldürülmeyi göze aldılar, öldürüldüler. Bu yolda gözünü kırpmadan yaşamını feda edebilecek insanlar yitirilmeden, aydınlık bir dünyanın, aydınların emeği ve çabası ile oluşacağına inanıyoruz. Bu çabanın başarıya ulaşabilmesinin ilk koşulu, suskun kalmamak… Düşüncelerin öldürülmemesi, öldürülenlerin unutulmaması dileğiyle…
Sayfa 10
Reklam
İbn Haldun, İslam toplumlarında kabile, hanedan ve milletlerin tarihleri üzerinde yaptığı inceleme ve tahlilleri neticesinde ilkel hayattan medeni hayata, aile, aşiret, kabile birliklerinden devlet yapısına kadar kaba kuvvet döneminden hukuk düzenine geçişin her safhasında rol oynayan temel faktörün asabiyet dinamizmi olduğu sonucuna varmıştır.
Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı TÜRKÂN HACALOĞLU’nun toplantıyı açış konuşması “20 yıl önce ebediyete gönderdiğimiz Türk milliyetçilerinin Galip Abisi için bugün burada toplanmış bulunuyoruz. Siz Galip Abi dostları, hepinize ‘Hoş geldiniz.’ diyorum. Bugünün anlamı benim için çok önemli. Çünkü çok değer verdiğim üç önemli şahsiyet şu anda
"sözüm meclisten içeri"
Unutulmasın ki, hepimiz, hangi görevde olursak olalım, hangi siyasal düşünceyi savunursak savunalım, tarih denilen büyük yargıcın karşısında tek tek sorumluyuz. Birtakım insanların, birtakım partilerin suç işleme ayrıcalıkları var mıdır yok mudur?! Hayır; hiç kimsenin böyle bir ayrıcalığı yoktur; ama görüyorsunuz; dava açan savcıyı öldürüyorlar diye korkuyorsak, o zaman devlet sözcüğünü kaldırıp atalım ve biz bir aşiret devletiyiz; bizim ülkemizde orman kanunları yürürlüktedir; biz ancak güçsüz bulduğumuzun üstüne yürürüz diyelim; olsun bitsin!!..
"Osmanlı Beyliği 1299'da Söğüt'te kurulduğu zaman 400 atlıya sahip bir uc beyliği iken, 1326 Bursa Fethi'nde Orhan Bey, 38.000 atlıya kumanda ediyordu. Bu asker artışı nereden geliyordu? Fethedilen topraklardan toplanamazdı. Çünkü bunların ahalisi Türk değildi. 400 çadırlık bir aşiret 27 senede bu kadar çoğalamazdı. Selçuk
27 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.