Çocukların şiirleri ve okuyabilecekleri ebeveynleri!
— Babacım, bir şiir uydurdum. — Adı ne? — Ben ve güneş. Çok beklemeden okumaya koyuldu: — Arka bahçedeki tavuklar iki solucan yedi ama ben görmedim. — Peki? Senin ve güneşin şiirle ne ilginiz var? Bir an için babasına baktı. Babası anlamamıştı... — Güneş solucanların üzerinde babacım ve ben de şiiri uydurdum ve solucanları görmedim... — Duraksama. — Şimdi hemen bir şiir daha uydurabilirim. “Ey güneş, gel birlikte oynayalım.” Ya da daha uzununu: “Küçük bir bulut gördüm zavallı solucancık onun gördüğünü sanmam” — Çok güzel, tatlım, çok güzel. Nasıl böyle güzel bir şiir yaptın? — Hiç zor değil, sadece geldiği gibi söylüyorsun.
Sayfa 14
Evet gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor; ne haldesin? Elbette, aman vakit geçmiyor, gel bir şeş-beş oynayalım, veyahud vakti geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi müteellimane sözleri ondan işiteceksin.. veyahud tûl-i emelden gelen, bu şey'im eksik, keşke şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin. Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor; ne haldesin? Aklı başında ise diyecek ki: "Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşke çabuk Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum, fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor." diye, manen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor. Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.
Reklam
Oyun oynayalım mı? Diyelim ki bir kadınla akşam yemeği yedin ve kadın ertesi gün ölü bulundu. Ne yaparsın ?
Sayfa 211Kitabı okudu
"Ne dersek diyelim, oyunumuzu nasıl oynarsak oynayalım kendimizi abartıyoruz. Gezegenin varlığı bizden sonra da sürecek."
Ninemi bulamadım. O sabahtan beri kayıp. Saklambaç oynayalım derken, kaybolup gitti. Babam onun uzun yıllardan beri bahçeden dışarı çıkmadığını, yolları hiç bilmediğini, tanımadığını söyledi. Babamla el ele verip her yeri aradık. Ben istemedim bu kadarını ama, babam tutturdu. Üstelik ağlamaya da başlamaz mı? Sus, istemem, diye bağırdım. Susturamadım. Tahta eve koşup topunu getirdim. Hemen sıçrayıp ayağa kalktı. Aynı dünkü gibi topu ağaçlardan biri- ne atıyor, tutuyor, atıyor, tutuyor, gene atıyor, gene tutuyor, ge..........
"Lir!" diye mırıldandı. "Köyde çalıp oynuyorlar!" Ayağa kalktı, karnı doymuş, şarap başına vurmuştu. Bağırdı: "Guguk kuşları gibi ne oturuyoruz burada be? Gidip oynayalım! Sen kuzucuğa acımıyor musun? Böyle boşuna mı gidecek? Haydi, gidip onu hora ve şarkı yapalım! Zorba dirildi!" "Dur be Zorba, delirdin mi sen?" "Doğru doğru dosdoğru patron, sen ne dersen de, ama ben kuzucuğa acıyorum; kırmızı yumurtalara, Paskalya simitlerine, lor peynirine acıyorum! Yemin ederim ki, zeytin ekmek yemiş olsaydım şöyle derdim: 'Eh uzanıp da uyuyalım! Ne yapayım ben eğlenceyi. Zeytin ekmekten ne yarar beklersin yani?' Ama şimdi günahtır; diyorum sana, böyle bir yemeğin haram olması..."
Sayfa 227 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Hiçbir derde deva olamayan o umumi laf yüzüme çarpılıyor: "Hayat devam ediyor". N'olmuş yani, biliyoruz. Biliyorsun ama yine de tasalanıyorsun. Tasalanmak insanî bir şey, ne yapalım; kalkıp şıkır şıkır oynayalım mı?
"Eğer ikimizden biri ölüm tehlikesiyle karşılaşırsa, hemen öbürünü hatırlasın ve nerede olursa olsun, ona haber versin... Kabul mü?" Gülmek istedi, ama donmuş gibi kalan dudakları kıpırdamadı. "Kabul," dedim. Dostum, heyecanı belli olduğundan korkarak aceleyle ekledi: "Elbette ben, bu gibi boş ruh bağlantılarına inanmam!" "Zararı yok, olsun!" diye mırıldandım. "Peki öyleyse, olsun; oynayalım bu oyunu. Kabul mü?" "Kabul..." Son sözlerimiz bunlar oldu. Sessizce el sıkıştık, parmaklarımız hasretle birleşti, sonra birden ayrıldılar... Sanki kovalıyorlarmış gibi arkama bakmadan aceleyle kaçtım. Başımı çevirerek son kez dostumu göreyim dedim, ama kendimi tuttum. İçimden şöyle demiştim: "Geri dönme! Yürü!" İnsanın ruhu sırf çamurdur; işlenmiş, hâlâ kabakıyım doğranmış becerilere sahip yontulmamış bir çamurdur ve temiz, sağlam olan hiçbir şeyi farkedemez; eğer yapabilseydi bunu; bu ayrılış ne kadar başka olurdu!
Sayfa 17 - Can YayınlarıKitabı okudu
"hadi kızım, gel babana." diyerek kızına doğru ellerini hevesle açıp kapattı Ali. "Zorlama lan kızı." dedi yusuf. O da ileri eğilip Gökçen'e doğru kollarını uzattı. "Yusuf amcasına gelecek ilk Gökçen kızım." Ali yanına tüneyen Yusuf'a ters bir bakış attı. "Ne diye sana geliyor lan? Babası
"Ne soracaksın?" Birkaç saniyeliğine sessiz kaldı ve sonrasında bir anda bir kez daha şimşek çaktı ve oda bir kez daha aydınlandı. Ege önümde diz çökmüş elinde bir kolye kutusuyla bana bakıyordu. Şaşkınlıkla gözlerimi kolyeye çevirdim. Kolyenin üzerinde küçük bir Eyfel Kulesi sembolü vardı. "Sevgilim olur musun komşu kızı?" diye sordu umut dolu gözlerle. Şok içinde ona bakarken oda yeniden kapkaranlık oldu. "Ne?" "İki normal insan gibi, mesafeler olmadan, sanki aynı binanın içinde tanışmışız da birbirimizden hoşlanmışız ve sana sevgilim olmanı teklif ediyormuşum gibi. Geçmişi unut.'' dedi ellerimi tutarak, ''Her şeye yeniden başlayalım. Sıfırdan, yeni tanışmışız gibi... Olmaz mı?" Sonra hareketlendi, ayağa kalktı ve o an ellerini saçlarımda hissettim. Saçlarımı alıp omzuma doğru çekti ve kolyeyi boynuma taktı. ''Kolyeyi takarım, tamam.'" diye mırıldandım, "Ama bu teklifini kabul ettiğim anlamına gelmiyor. Madem yeni tanıştık, sevgilin olmam için kalbimi kazanman gerekiyor.'' dedim umutla. Ege'nin güldüğünü duydum. "Haa, oyun istiyorsun yani!" dedi, "Tamam, oynayalım. Ama göreceksin, kalbini de seni de geri kazanacağım.''
Sayfa 274Kitabı okudu
207 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.