Lider nihai amaçlarını kendisine saklıyordu. Mustafa Kemal, 1927’de monarşinin ulusal iradenin en büyük düşmanı olacağını daha o zamanlar görmüş olduğunu söyledi. Fakat sonucu ya da başka bir deyişle cumhuriyet yönetiminin kaçınılmazlığını önceden açıklamak, bu fikri kendi geleneklerine, zihinsel yeteneklerine ve düşünce biçimlerine aykırı bulacak
Sayfa 284Kitabı okudu
22 Haziran Yunan saldırısından sonra düzenli birliklere olan ihtiyaç daha açık olarak meydana çıkmıştı. Onun için Çolak İbrahim Müfrezesi 3. Süvari Tümeni'ne, Sarı Efe (Edip Bey) Müfrezesi 33. Süvari Alayına, Gök Bayrak Müfrezesi de 61. Piyade Alayına çevrilmiş, ordunun subay ihtiyacının karşılanması için de, 1 Temmuz 1920'de Ankara'da Abidin Paşa Köşkü'nde "Sunûf-ı Muhtelife Zabitan Namzedleri Talimgahı" açılmıştı. Gediz taarruzunun başarıya ulaşamaması, milis teşkilatının düzenli birlikler hâline getirilmesini herhalde biraz daha çabuklaştırmıştı. Çünkü bu taarruzdan sonra Ali Fuat Paşa Moskova elçiliğine atanmış, Batı Cephesi de batı ve güney olmak üzere ikiye bölünerek batı kesimine İsmet Bey (İnönü), güney kesimine de Refet Bey (Bele) tayin edilmişti. Yeni komutanlara, 8 Kasım 1920 günü gecesi Mustafa Kemal Paşa'nın verdiği kesin direktif, "Süratle muntazam ordu ve büyük süvari kütlesi vücuda getirmek" direktifi oldu .
Sayfa 166
Reklam
Sonbahara kendini bir atabilse. Serin, tatlı, bereketli. Bir de bu mevsime hüzün devri diye iftira atarlar. Neymiş efendim, yerlerde sürünen sarı yapraklar, güneye göçen kuşlar vesaire. Yahu bunlar hep ilkokulda beynimize giriyor, yoksa mevsimlerin ne kabahati var. Değil mi ama!..
Sayfa 15
"Ama onu çok üzmüşler Sarı. Bilirsin, her Mathilda'nın pimi çeken bir Leon'u vardır.. "
Ve CUMHURİYET diye on harfli bir sözcüğü heceler içinden Mustafa Kemal. Ayağında kilot ve avcı ceketi/Atpaza-çrı'nda köftecilere dönercilere gülüp/Kuyulu Kahve'de tavla oynayanlara bakıp/iskambil oynayan çetecilerle selamlaşıp/ve Taşhan'da dolaşıp/Vasıfı, Necati'yi, Mahmut Esat'ı dinleyip/atlı atsız Kuvâyı Milliye'cilerle karşılaşıp/kalpağını kaşlarının üstüne düşürüp/ve bastonunu kaldırarak ve köpeğiyle Yahudi mahallelerinden geçip/ başını okşayıp sarı bir çocuğun (haftalardır kendi kendine düşündüğünden)/ve sol elini hep pantolonunun cebinde tutup — ki bıyıklı ki kolalı yakalı ve artık rakıya alışmış/ ve şiiri bıraktığı için küskün, isyanlı/ve çocuk gibi gözleri ve elleri
Hz. Peygamber devri. Ebů Talha henüz Müslüman olmamış idi. Ümmü Süleym(Rumeysa)'e evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Süleym ona şu cevabı verdi: -Doğrusu ben de sana hevesliyim. Senin gibisi kaçırıl-maz. Lakin sen kâfir bir adamsın, bense Müslüman bir kadınım, seninle evlenmem doğru olmaz. Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti. Ebu Talha: Sana ne oldu: Rumeysa? Ne olmuş bana? Sarı ve kırmızıdan ne haber? - Ben altın ve gümüş aramıyorum. Sen bir adamsın ki işitmeyen, görmeyen, sana hiç faydası dokunmayan şeylere tapıyorsun. Falanların siyah kölesinin dağdan sürükleyip getirdiği yerden biten bir odun parçasına tapmaktan hiç sıkılmıyor musun? Eğer sen Müslüman olursan, işte o benim mehrim olsun, evlenelim, başka bir şey talep etmeyeceğim! Bana Müslümanlığı kim telkin eder Rumeysa? Resûlullah (s.a.) telkin eder, ona git. Ebû Talha Hz. Peygamber'in bulunduğu yere doğru İlerlemeye başladı. Resûlullah, ashabı ile oturuyorken; "Ebu Talha, İslam'ın aydınlığı iki gözü arasında parlayarak geliyor" buyurdu. Ebû Talha Hz. Peygamber'in huzurunda iman etti ve Rumeysa'nın söylediklerini haber verdi. Hz. Peygamber Rumeysa'nın şartı üzerine nikâh-larını kıydı. Resûlullah Rumeysa için şöyle buyurmuştur: "Gördüm ki cennete girmişim, önümde bir ayak sesi. Bir de baktım ki Rumeysa". (Ebu Nuaym, Hilye, c. IV)
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.