Yani sıkıntı büyüdü mü insanın içinde diyorum.. yalnızlık.. bir çeşit intihar gibi.. çünkü kendini yitiriyorsun, çoğu kez bunun farkında da değilsin, asıl o zaman ölmüş gibi oluyorsun."
"Beden yorgunluğundan daha kötü bir şeye yakalandım. İnsanın eli ayağı kesiliyor. İnsan, Tanrı'yı yok sayanlarin arasında yaşayınca umutsuzluğa kapılıyor. İnsanı yoran, pelteleştiren bu oluyor belki."
Derin bir nefes alıp aşağı eğildim. Ardından kolla- rımı beline dolayarak göbeği göğsüme çıkıncaya dek onu yukarı çektim. Baş aşağı duruyordu ve o leziz vajinası tam ağız hizama gelmişti. Küçük bir çığlık atarak içgüdüsel ola- rak bacaklarını boynurna doladı.
Ah Tanrı'm, şu an onu bu pozisyonda tutarken bile kendimi kaybetmek üzereydim.
“Aptalın biriyim ben” diyordu “kirliyim ben, deliyim. Kendimi tanımıyorum, aynaya baktığımda soruyorum: bu ben miyim, diye. Bakıyorum kendimim, yüzüm, elmacık kemiklerim değişmemiş bakıyorum: öyleyse değişsen ne? Kendime katlanamıyorum, başkalarına katlanamıyorum. Kimi seviyorum ben, bilmiyorum. Belki hiç kimseyi. Hiçbir şey olmadan, birden, her şey yıkılmış gibi şimdi, sokaktayım gibi, kendimi sokağa alıştırıyorum gibi, beni sokağa itiyorlarmış gibi. Neden böyle? Ama neden böyle? Neden? Yıkıntı içimde başladı benim, bir yerlerden gelip içimde büyüye büyüye. Sevişirken bile o şeyin gümbür gümbür yıkıldığını, içime doğru o zavallı yıkıntının çöktüğünü duyuyorum, doruktan yuvarlandığını, duyuyorum sokağa doğru… sokağa… anlatabiliyor muyum bunu? Anlıyor musun yani?
Toprağa bıraktığın tohumun çok uzun bir süre önce bıraktığın, artık bırakmış olduğunu bile unuttuğun bir gün, bir sabah toprağı çatlatarak görünüvermesindeki sessiz şaşkınlık havasıyla çıkmıştı ortaya.
Benim kanım, diyordu, toprağım… kanımı emdiler, beni öldürdüler. Şimdi şaşkın, saplanacağı yeri bilmeden ya da zaten yanlış bir yere saplanmış olarak kaldım.