Laikleşme çabasının kökleri eskidir, fakat gelişme yavaştır. Cumhuriyet'te ise, kördüğüm haline gelmiş meseleler radikal reformlar ve devrimlerle halledilmiştir. Tabii ki bunu ancak büyük kültür adamları, büyük reformcular ve devlet adamları yapabilir. Çoğul kullandığıma bakmayın, çoğu zaman bunu başaran tek bir kişidir. O kişi de Gazi Mustafa Kemal Paşa, yani Atatürk'tür. Bazı hallerde, maalesef büyük devlet adamlarının, büyük reformcuların sayısı çok değildir. Aldıkları radikal kararlarla çevreleri daralır ve tek başlarına yürümek durumunda kalırlar.
Sayfa 109Kitabı okudu
Cumhuriyet doğrudan doğruya devlet geleneğini çok iyi kullanan ve kendileri de o geleneğin içinden çıkan insanların yarattığı bir inkılaptır. İnkılapların geleneği bir ölçüde eski toplumdan gelir. Bunun böyle olduğu gayet açıktır, ama o şartları iyi kullanmak da bir deha ister ve inkılapları dahiler yapar.
Reklam
William Palgrave'in İngilizce bir seyahatnamesi var. Bu seyahatname kendi döneminde o kadar önemlidir ki, yayımlanır yayımlanmaz Fransızcaya çevrilmiştir. Palgrave 19. yüzyılda Arabistan'daki kabilelerin sapkın inançlarıyla neredeyse putperestliğe vardıklarını olağanüstü bir biçimde anlatıyor ve Vahhabilik hareketinin buna tepki olarak nasıl başladığını ve geliştiğini izah ediyor. Aslında bu kitap Vahhabiliği eleştirmek için yazılmış değildir; etkili, akıllı, oryantalist bir seyyahın gözlemlerinden oluşan bir seyahatnamedir.
Bugün Arabistanda varlığını sürdüren Vahhabiliği izah etmek mümkün değildir. Cevdet Paşa'nın Vahhabilikten bahseden satırları hakikaten nefret doludur ki kanaatimce pek haksız sayılmaz. Bu hadsiz adamlar, müsaade edilse, Medine'de Ravza-i Mutahhara'yı bile tahrip edeceklerdi ki Hz. Hatice'nin mezarını kaldırmışlardır. Öte yandan, Mekke'de Kabe'nin yanına otel inşa etmekten de geri durmazlar. Bu yüzden, Mekke'nin topografisi bitmiştir ki bu kesinlikle affedilir bir şey değildir. Oraya giden bir Müslüman her şeyden önce o günkü ortamı ve coğrafyayı yaşayabilmek ister; bugün artık bu mümkün değil.
Neredeyse bütün tarih literatüründe, Osmanlı'da Türklerin, Türkçenin ihmal edildiği söylenir. Bu kısmen doğru olsa bile, Türk tarihinde hiçbir zaman silinmeyen bir unsur ordudur ve bu ordu Türk'tür. Hem etnik olarak Türk'ür hem de komuta dili Türkçedir; bürokrasi de bunun üzerine oluşur.
"Sünni İslam anlayışı" aslında yanlış bir ifadedir. Çünkü Arapça "sunne" gelenek demektir. Biz Peygamberin geleneğini takip ettik. Sünnilik ve Şiilik gibi bir kristalleşmenin varlığın Bırakın Asr-ı Saadeti, sahabe döneminde bile görmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu, zaman içinde oluşan ve hakikaten devlet geleneğinin, İslam İmparatorluğunun var olduğu bir dönemde ortaya çıkan bir hadisedir. Fatımiler ve Ağlebiler gibi, kendisini Şii olarak tanımlayan devletler vardır. Çok ilginçtir, bugünkü İslam Dünyası'nda Sünni görüşün ilmi eğitim merkezi sayılan El-Ezher, aslında Fatimiler tarafından, Şii propagandası yapılması amacıyla kurulmuş bir müessesedir. Nizamülmülk'ün, yani Selçukluların Nizamiye Medreseleri de buna karşı olarak kurulmuştur.
Reklam
Anadolu Türkleri arasında da dinî yaşayış, dinin tatbiki ve dünyaya bakış açısından bazı büyük farklılıklar, bazı ritüel, kural ve tören farkları olduğu açıktır. Bu farklar 19. yüzyılda belli bir rahatsızlıkla görmezden gelinmiş, yok sayılmışsa da, bu kadar açık bir şeyin üstü örtülemez. Mesela, Ahmet Cevdet Paşa hemen her Müslüman topluluğu bir şekilde incelemiş ve bir kısmını da çok ağır bir biçimde tenkit etmiştir. Bunların başında, esas itibariyle Lübnan'da olmak üzere, Suriye'de ve bugünkü İsrail'in olduğu coğrafyada yaşayan Dürziler gelir. İlginçtir, Ahmet Cevdet Paşa Dürziliği, Yezidîliği, Lazkiye ve Antakya tarafındaki Nusayriliği ele alıp tenkit ediyor, fakat Anadolu Aleviliğinden bahsetmiyor bile, görmezden geliyor. Bu görmezden gelme, aynı zamanda resmi bir tutumdur. Evin içindeki bir farklılığı boş verme tavrını, Batı eğitimi görmüş bir ansiklopedicimiz olan Şemseddin Sami'de çok daha açık bir şekilde görüyoruz. Mesela, Akçadağ ilçesinin nüfusunu, madenlerini, dilleri veriyor, ama Alevilikten hiç söz etmiyor. Belli ki bu konuda ciddi problemler yaşandığı, konu siyasi bir nitelik kazandığı için hiç kurcalamak istemiyorlar.
Din bilgisi sadece dindarlara has bir bilgi değildir. Ernest Renan dindar değildir, ama birinci sınıf bir teologdur. Batıda ateist bir teoloji mevcuttur; inanmayan, dinsiz olduğunu açıklayan birtakım insanlar birinci sınıf teologlar olmuşlardır. Mesela, Weber'in kendisi sosyolog olsa da, karizma kavramı teolojik bir kavramdır. Din, toplumu yaratan dokulardan biridir ve onu bilmeniz çok önemlidir.
Tarihi besleyecek birtakım kavramların oturmamış olması önemli bir eksikliğimizdir. Bu kavramların oturması için hukuk bilgisi, ciddi bir din bilgisi, ciddi bir dil ve edebiyat bilgisine ihtiyaç vardır.
Süreklilik fikrinin teşekkül etmeyişindeki en önemli sorun teknik bakımdan eş zamanlamanın olmamasıdır. Büyük bir tabip olup kanser teorileri geliştirmeden önce, teşhis için gerekli olan en basit yöntemleri öğrenmek gerekir. Tarihçilik açısından bu yöntemlerden biri senkronizasyon, yani eş zamanlamadır. Türkiye'de insanlar tarih öğrenirken eşzamanlama öğrenmezler. 1552 yılında Türkiye'de olan bir hadiseye bakarken İspanya'da, Cenova'da, İran'da, Rusya'da ne olup bittiğine de dikkat etmek gerekir. Oysa, bu kadar yakın olmamıza rağmen, Kanuni dendiği zaman insanların aklına Korkunç Ivan ya da Şarlken gelmiyor. Mimar Sinan o kubbeleri inşa ederken Roma'da, İspanya'da neler yapılıyordu, bunun üzerinde durulmuyor. İşte bu durum tefekkürü önlüyor. Bu durum sadece sıradan vatandaşları değil, meslektaşlarımızın bile bir kısmını kapsar.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.