Yarın bu sokaklardan uyurgezerler gibi ağır düşler içinde geçeceğim, hayvansı ve isyankâr açlığımla geceyi yudum yudum içeceğim, isyankârlığım yüzünden zorla kendimi yakışıklı hissediyorum, kokainle kaplı acı gökyüzünün altında yakışıklı ve yalnızım.
Babası dünyanın efendisiydi! Mahvolmuş yeryüzünde bir tek o kalmıştı, yalnız başına etrafı değiştiriyor, nehirleri ve denizleri serpiştiriyor, tufanın ilk gününde canı sıkılan bir tanrı gibi, eserinden duyduğu memnuniyet her geçen dakika azalıyordu.
Zaman ve mekân!... Bu iki sözcüğü telaffuz etmeye cüret eden de kim? Onlardan ne kadar korktuğumun farkında değil misiniz?... Zaman ve mekân! Mekân ve zaman... Böyle baş aşağı kalsınlar, onları nalları havaya dikmiş halde görmeye bayılıyorum.
Lanet olsun, burada aradığınız nedir? Bulamayacaksınız. Baş dönmesini bulamayacaksınız, çünkü onu çoktan yatağına götürdüm. Zavallacık. Midemde öylesine yorgun düşmüştü ki onu yatırdım.