Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Godot'yu Beklerken
Estragon fiziksel gereksinimleri dışında her şeyi 'hiçleyen' bir tutum içindedir. Godot'yu beklemeye tutsak oluşunun nedeni de Vladimir'den ayrılamayışıdır. Estragon'un seçimi, Godot'yu beklemektense 'intihar etme'leridir. Ancak, ikisinden birinin başarılı olamaması durumunda geride kalanın yalnız kalacağını düşündükleri için, kendilerini asmaya kalkışmazlar.
Godot'yu beklerken, 'bilinç'lerinin sesini duymamak için birbirlerine öyküler anlatırlar, tartışma, darılma, barışma, ayrılma, buluşma oyunları oynarlar. Vladimir ve Estragon, susarlarsa 'varlıklarından' kuşkuya düşecekleri için konuşurlar; yalnızlıklarını birbirleriyle paylaşabilmek için konuşurlar; sevgilerini göstermek, kavga etmek, yaşama boyun eğmek, yaşama 'hayır' diyebilmek için sürdürürler konuşma oyununu.
Reklam
Godot'yu Beklerken
'Üçleme'nin sonunda bedenden soyutlanıp bilince indirgenmiş olan insan, Godot'da toplumsal ve bireysel özelliklerden arındırılmış olsa da somut görüntüsüyle yadsınmaz bir 'varlık'tır; oyun boyunca, 'varoluş' adı verilen bir kılıf içinde bir 'ben' bulunup bulunmadığı araştırılır. 'Gerçek bir 'ben' var mı?' sorusu, hiçbir zaman yanıtlanamaz.
Ünlü yönetmen ve kuramcı Antonin Artaud'nun düşünceleri de 'uyumsuz tiyatro'nun oluşmasına bir oranda öncülük etmiş sayılabilir. Artaud, 1939'da yayımlanan Tiyatro ve İkizi, (Le théâtre et son double) adlı yapıtında tiyatro sanatını, akıl ve mantığın belirlediği bir söz ve eylem düzeninin egemenliği altına almış olan Batı uygarlığının, bu sanatı gitgide ritüel kökeninden kopardığını söylüyordu.
'Uyumsuz tiyatro' insanın kendisini içinde bulduğu Kaos'u, mantıksal gelişimin geçerli olduğu 'varoluşçu tiyatro'nun tam tersine, hiçbir mantık düzenlemesine gerek görmeden, 'akıl dışı' konumunda yansıtmayı seçmiştir.
'Uyumsuzluk' düşüncesine tiyatro yapıtlarıyla katkıda bulunmuş en önemli sanat insanlarından biri, 20. yüzyılın büyük tiyatro yazarları arasında olan Luigi Pirandello'dur. Gerçeğin göreceli olduğunu ve kişiden kişiye değiştiğini savunan Pirandello 'nesnel gerçek' olgusunu ortadan kaldırarak, sahneye hiçbir şeyin kesin olmadığı, hiçbir şeyin kesinlikle bilinemediği bir dünyayı getiriyordu.
Reklam
'Uyumsuz' bir yaklaşımı yansıtan ilk toplu sanat eylemi, Tristan Tzara'nın 1917'de başlattığı 'dada' hareketi oldu. Yazarın bilinçaltı eyleminin yansıtılması olarak tanımlanan dadacılık, düşüncelerin mantık sırasına bakılmadan art arda dile gelmesiyle oluşan bir anlatım biçimini savunuyordu. 'Dada' akımını 'gerçeküstücü' akım izledi.
"Tiyatro benim için şu nedenle değerlidir: Kendi kuralları içinde işleyen küçük bir dünya oluşturur; tıpkı bir satranç tahtası üstünde olduğu gibi 'oyun' kurarsınız", demişti. Tiyatro yoluyla 'gerçek' rahatça dışlanabiliyordu; çünkü tiyatro her şeyin 'düş', her şeyin 'oyun' olduğu bir dünya yaratabiliyordu.
Beckett'in anlatı dilinden tiyatro diline geçişi, yazarlığının ilk aşamalarından bu yana 'içerik' ve 'biçim' bağlamında benimsediği 'sanat anlayışı'yla doğrudan orantılıdır: "Anlatılacak hiçbir şey olmayışının, hiçbir anlatım yolu bulunmayışının, anlatma gücü ve anlatma isteği olmayışına karşın, anlatmanın zorunlu oluşunun anlatımı."
Richard Coe'ya göre Beckett olanaksız olanı yapmaya çalışmaktadır: İstediği 'söz'le 'sessizliğin', 'varlık'la 'hiçliğin' çakıştığı noktayı bulmaktır.
75 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.