Yeni Meclis-i Mebusan'ın müdafaa-i hukuk hareketine sempati duyan mebusları, meslektaşlarının çoğunu da saflarına çekerek Felah-ı Vatan topluluğu çevresinde bir araya geldiler. Böyle bir oy çokluğu İtilaf Devletleri'ni alarma geçirdi, çünkü 1920 başlarına gelindiğinde, bazılarının başında müdafaa-i hukuk topluluklarıyla birlikte hareket eden subayların bulunduğu türlü direniş kuvvetleri, henüz tek bir kumanda altına girmemişse de güneydoğuda ve batıda başarı kazanmaya başlamıştı. Güneydeki yerel direniş, -Maraş, Urfa ve Ayntab'da İngiliz kuvvetlerinin yerini alan- Fransız kuvvetlerini Maraş'tan geri çekilmeye zorluyordu.
Yeni meclise mebus olarak seçilen, ancak padişahın ve İtilaf kuvvetlerinin eline düşmek korkusuyla (ki sonradan Mart'ta yaşanan baskın bu korkuyu haklı çıkardı) Anadolu'da kalmayı seçen Mustafa Kemal, kıyılardaki işgal kuvvetlerine karşı korunaklı olmanın yanı sıra iyi haberleşme ağlarına ve taşradaki direnişle olduğu kadar İstanbul'daki vekillerle de temas imkanına sahip bir İç Anadolu şehri olan Ankara'da ikamet etmeye karar verdi. Burada, müdafaa-i hukuk örgütlerinin propaganda organı olan Hakimiyet-i Milliye gazetesini çıkarmaya başladı. Meclis-i Mebusan'ın kapanması üzerine de, meclisi padişahın kolluk kuvvetlerinin ve İtilaf güçlerinin ulaşamayacağı bir yer olan Ankara' da diriltme çalışmalarına girişti.
Şevket Pamuk'un kendi bölümünde yazdığı gibi, Türkiye gibi bir ülkenin
performansını mutlak terimlerle değil, benzer başka vakalara kıyasla ve
farklı kurumsal koşullar altında nasıl olurdu sorusu üzerine düşünerek
değerlendirmek daha aydınlatıcı olacaktır.
Nasıl ki Türk milliyetçiliği Kürtler hesaba katılmadan anlaşılamazsa, modem Türk kimliğinin öteki temel direği olan laiklik de ancak Türkiye halkının koyu
dinselliği ile birlikte ele alındığında bir anlam taşır.
Latin alfabesinin kabulünden devletin laikleştirilmesine kadar, yapılan reformların çoğu bu iki tarihi birbirinden ayırma ve aralarına set çekme yolunda kasıtlı çabalar olarak görülebilir.
1881'de Düyun-u Umumiye kuruldu. Bu yapının başlıca lehtar ları, Osmanlı hükümeti salt gözlemci konumunda bulunurken konseyde temsil edilen ve çoğu yabancı olan Osmanlı alacaklılarıydı. Daha da kötü sü, Düyun-u Umumiye'nin kuruluş hükümlerinin, idareye imparatorluk vergi gelirlerinin kabaca yüzde 3o'una el koyma hakkı tanımasıydı - öyle ki, imparatorluğun tüm meslek gruplarından ve bölgelerinden elde edilen gelir borç ödemesine gitmiş oluyordu.