—Bütün Türkiye saltanatının tarihini temsil ediyorsun. Fatih de, İstanbul'un zaptında Rum patriğine Bizans İmparatorluğu'nun en parlak çağında nail olamadığı iktidarı vermemiş miydi? Ve onu dünya yüzündeki bütün Ortodoksların hatta Hıristiyanların ruhani reisi olarak tanımamış mıydı? —O hâlde ki Viyana surlarından Hindistan sahilleri, Kafkasya dağları ve Dinyeper nehirleri arasında bulunan bütün Hristiyanlar, nüfuzu İstanbul'dan Galata'ya bile geçemeyen o miskin Bizans'ın kilise reisinin asası etrafında, yalnız İslam kılıcı sayesinde toplanmışlardı. Dünya yüzünde Ortodoksluk icat olunalı hiçbir Hristiyan hükümdar, hiçbir Bizans imparatoru Rumlar'a, Rumluğa Türk padişahları kadar hizmet etmemişti. Cihangirliğimizin büyük kısmı, Fener Patrikliği'nin faydasına, Ortodoksların birleşmesine yaramıştı. Rum kilisesinin en büyük, en kuvvetli istavrozunu¹³³ Türk yatağanı yontmuş, Fener'in en parlak kandilini Türk meşalesi yakmıştı. İşte bu nimetin teşekkürü bugünkü nankörlük oldu. O kırık asayı büyüttük, büyüttük... Bizi saran, ezen boğan bir ejder yaptık. Neticede kendilerini koruyan, Türk kılıcını elimizden aldılar. Zincir yaptılar ve boynumuza taktılar.
Sayfa 103 - Yatağan ¹³³istavroz: Haç.Kitabı okudu
Yazı odasının kapısının üstüne: "Ey iman edenler, sabrediniz, düşmanlara metanet gösteriniz, birleşiniz ve Tanrı'dan korkunuz ki, felah bulasınız."¹⁰⁵ ve büyük kütüphanesinin yukarısına: "Yaradanının adını anarak oku. Tanrı, insanı kan pıhtısı ve muhabbet damlasından yarattı. Oku! Pek kerim olan Rabb'in
Sayfa 85 - Turhan Nasıl Çıldırdı? ¹⁰⁵Al-i İmran suresi, ayet 200. ¹⁰⁶Alak suresi, 1-4. ayetler. ¹⁰⁷Ziya Gökalp'in "Turan" şiirinden. ¹⁰⁸Mushaf-ı Şerif: Kur'an-ı Kerim. ¹¹⁰rik’a: Osmanlıların geliştirdiği bir yazı çeşidi.Kitabı okudu
Reklam
Azizim, camileri, medreseleriyle, imaretleri, saraylarıyla bütün bir medeniyetin, üç yüz milyon İslâm'a ait bir medeniyetin, bir varlığın dayanak yeri, Türk'ün, güzelliklerin, büyüklüklerin başşehri gidiyor. —Gidiyor ha!.. Hüseyin Arif şimdi fırlamış "Yaşamak alçaklıktır" diyerek revolverini tekrar kavramıştı. Siyavuş üstüne atıldı. "Hayır, sanırım ki böyle odada ölmek alçaklıktır" dedi. — Ne yapabiliriz? —Çanakkale'de ölebiliriz. — Bundan ne olur? — Analarımızdan evvel kendimizi çiğnetmiş oluruz. Ben gidiyorum, Hüseyin Arif. — Ben de geliyorum Mehmet.
Sayfa 67 - Sümbül KokusuKitabı okudu
Artık Altın Ordu'dan ayrılmışlardı. Buralarda çata çarpışa, saldıra dövüşe etrafı kapladılar... Hindistan'a döndüler. İran'a girdiler. Kafkasya'ya çıktılar, Irak tarafına, Arabistan'a yayıldılar. Amir oldular. Emrettiler... Rast geldikleri boyunları eğdiler. Kolları büktüler... Durmuş yürekleri çarptırdılar. Soğumuş kanları kızdırdılar... Bükülmüş belleri doğrulttular. İnsanlara büyüklük nedir, anlattılar... Şan nedir, tattırdılar... Hayat nedir, öğrettiler.
Sayfa 57 - Altın OrduKitabı okudu
Engel olmama vakit ve fırsat bırakmadan defteri kavradı; üzerine atıldım. Â… Siz şâir de olmuşsunuz. Bu mısra ne? “Esîr-i aşkın oldum gerçi kurtuldum esâretten.” Hemen defteri kapadı; bana verdi. Yutkundu, durdu, kızardı. İkimize de bir iki dakika heyecanlı bir sessizlik ârız oldu…
Tatar genci, kendisini tanıttı: -Ali Bahadır Kaplanof... Kız kardeşim, Gönül Kaplanof! Subay, sakin ama metin bir asker tavrıyla yanıt verdi: -Niçin Kaplanof? Kaplanoğlu demek daha doğru olmaz mı? Ali Bahadır Bey, tanışmanın ilk dakikasında, hiç beklemeden karşılaştığı bu karşı çıkış üzerine biraz durdu ve yutkundu. Ama kız kardeşi atıldı ve içtenlikle Tolun'un dilediği yanıtı verdi: -Subay beyin hakkı var. Taklide, benzeşmeye neden ne?.. Bizim de bir büyük ulusumuz, tarihimiz, varlığımız yok mu? Baştan başa bütün Asya'yı, bir kısım Afrika'yı, Fransa sınırlarına dek Avrupa'yı ele geçiren bizim ırkımız olduğu hâlde, bu soyluluğu ne çabuk gönlümüzden çıkardık?.. Biz benliğimizi tanımazsak, kimse bizi tanımaya yanaşmaz. Başkasının artığını yiyen, giysisini giyen saygıyı hak etmiyor... İşte, ben kartımı düzeltiyorum! Çantasından, güzel, küçük, deri bir cüzdanın içinden çıkardığı kartvizitlerinin son sözcüklerini şöyle değiştirdi: Kaplankızı. Şimdi şaşırma sırası, Mehmet Tolun'a gelmişti. Nasıl oluyor da, yirmi dört yaşında sandığı bu Sibiryalı Tatar kızı, bu denli akılcı bir görüş belirtebiliyordu. Bu şaşkınlık çok sürmedi. Bir iki dakika sonra anladı ki Gönül Hanım, Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirmiş... Ali Bahadır Bey susuyor, düşünüyordu. Sonunda: - Evet, dedi, hakkınız var. ...
Reklam
63 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.