Hz.Hızır
İlk dönemlerden itibaren sûfîlerin; Hızır’ın [aleyhisselam] durumu ile ilgili görüşleri, onunla buluşmaları ve hayatta olduğuna dair fikirleri eleştirilmiş ve reddedilmiştir.297 Bu fikre karşı çıkan İmam Süyûtî [kuddise sırruhû], Hızır’ın [aleyhisselâm] hayatta olduğunu ifade sadedinde ulemadan deliller sunarak, “İbnü’s-Salâh: ‘Ulemâ ve sü- lehanın çoğuna göre Hızır [aleyhisselâm] hayattadır. Bunu inkâr eden bazı muhaddisler istisnadır.’ İmam Nevevî de Şerhu’l-Müslim’de, ‘Ulemanın cumhuruna göre Hızır [aleyhisselam], hay (hayatta) ve mevcuttur. Ehl-i salah, ehl-i ma’rife ve sûfîler arasında bu hususta ittifak vardır’ demişlerdir”298 demektedir. Ayrıca “Bu hususta birçok kimse kitap yazmıştır. Bu konu hakkında son olarak kitap yazanlardan biri de İbn Hacer’dİr [rahmetullahi aleyh]. Hızir’in [aleyhisselâm], Resûlul- lah [sallallahu aleyhi vesellem] ile buluştuğuna dair birtakım hadisler de vârit (gelmiş) olmuştur. Bu hadisler her ne kadar zayıf da olsalar, tariklerin (hadislerin geliş yolu) ve haberlerin çok oluşu, onları kuvvetlendirmektedir”299 diyerek bu konuda delillerin sağlam olduğunu anlatmaya çalıştığı görülmektedir. Kısaca İmam Süyûtî hazretleri, sûfîlerin dediği gibi, Kehf sûresinde bahsi geçen zatın Hızır [aleyhisselâm] olduğu kanısındadır. Bu zat ilm-i bâtın sahibidir. Ona göre Hızır [aleyhisselâm] bir insan olup, hayattadır ve ehlullah onu görüp konuşmaktadır. ****** 297 Süyûtî, Te’yîdü’l-Hakîka, vr. 80b. ,298 Süyûtî, Te’yîdü’l-Hakîka, vr. 80b-81a. 299 Süyûtî, Te’yîdü’l-Hakîka, vr. 81a.
İmam Süyûtî de [kuddise sırruhû] evliya sâdâtı arasında şöhret bulan abdal, nükaba, nüceba, evtad ve aktab denilen zevatın varlığına inanmaktadır. Bunların varlığına dair sayısız hadis ve nakiller bulunduğunu söyleyen İmam Süyûtî hazretleri, bu nakilleri bir araya getiren el-Haberü’d-Dâl alâ Vücûdi’l-Kutb ve’l-Evtâd ve’rı-Nü- cebâ ve’l-Abdâl291 adında bir risâle yazmıştır. Ona göre bunların varlığını inkâr edenler ilmi olmayan cahillerdir.
Reklam
Veliden Sudur Olan Şatahat
Şatah Arapça’da; hareket, kıpırdanma vb. gibi anlamları olan bir kelimedir. Konuşmada şatah, konuşurken ölçüyü kaçırmayı ifade eder.248 Şatah ya da şatahat, İlâhî feyiz ve kuvvetli tecellilerle coşan ve taşan velilerin taşkınlıkla gayri ihtiyarî söylediği; içinde iddiaya benzer tarzda anlamlar bulunan; zâhirî itibariyle şeriata aykırı düşen sözler
İmam Süyûtî hazretlerine göre hayattayken keramet gösteren velinin, ölümünden sonra da kerameti görülebilir. “Peygamber Efendimiz’in birçok mucizeleri ölü münden sonra zuhur etmiştir. Gaybden verdiği haber türünden mucizeleri de, İsa’nın [aleyhisselâm] nüzulü vb. gibi âhir zamanda vuku bulacak olan mucizeleri de zuhur edecektir. Bu mucizelerin, ölümünden sonra meydana gelmeleri onun doğruluğuna ve davetinin kıyamete ka dar süreceğine delalet ettiğinden bunların, Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] mucizeleri olduğu gerçeğini değiştirmez. Yine bu ümmetin içindeki evliyanın kerametleri de bu meyandadır. Zira bu kerametler Resûl-i Ekrem’in [sallallahu aleyhi vesellem] doğruluğuna delalet etmekte ve onun daveti zamanında gerçekleşmektedir ki bu da ha kikatte onun bir mucizesidir.”(Süyûtî, Bâhir, vr. 51a.)
Keramet
Evliyanın kerametinin hak olduğunu savunan İmam Süyûtî’ye [kuddise sırruhû] göre, diğer nebî ve evliyanın tüm mucize ve kerametlerinin kaynağı, Hz. Muhammed’in [sallaahu aleyhi vesellem] nurudur. Zira tüm nebîler, (aslında) bilgilerini Peygamber Efendimiz’in [saiiaiiahu aleyhi veseiiem] bilgisinden almaktadırlar.240 Ehl-i sünnet mezhebine göre, evliyanın kerametlerinin sabit olduğunu ifade eden İmam Süyûtî’ye göre; nebilere ait tüm mucizelerin (evliya için) keramet olarak vuku bulması câizdir.”241 Ancak mucizede var olan meydan okumanın, keramette olmaması şartıyla.242 Ona göre, velinin eliyle gerçekleşen keramet, aslında tâbi olduğu nebînin bir mucizesidir. Zira bu keramet veliye, ancak o nebîye tâbi olması, ona iman etmesi, getirdiklerini kabul etmesi ve şeriatıyla amel etmesiyle mümkün olabilir.243 ***** 240.bk. Ferzende İdiz, "imam Süyûtî’nin İlm-i Bâtına Dâir Bir Risâlesi: El-Bâ- hir fî Hükmi’n-Nebî bi’l-Bâtın ve’z-Zâhir”, Ekev, yıl 15, sy. 48 (Yaz 2011). 241 Süyûtî, Bahir, vr. 50b. 242 Süyûtî, eş-Şerefü’l-Muhattem, vr. 3a_b- 243 Süyûtî, Bâhir, vr. 51a.
Bunların(Evliyanin velayetinin) birtakım özellikleri vardır. Şöyle ki: 1. Veliler mâsum değildir. Mahfuz (korunmuş) dur. Mâsum günah işlemez, mahfuz işler; ancak günahta ısrar etmez. 2. Velilerde son nefeste imanla vefat etmek garantisi yoktur. 3. Veliden keramet zuhur eder; o da ihtiyaç olduğunda. Durup dururken keramet göstermek, velilikte söz konusu değildir. 4. Bir veli bin yıl ömrü olsa, bu süre içinde manevi kemalatta yükselse, bir peygamberin topuğuna bile varamaz.
Reklam
Ona(Suyuti) göre, Âdem’den [aleyhisselâm] Peygamberimiz’e kadar gelen tüm nebîlere ya zâhir ve şeriat hükümleri ya da hakikat ve bâtın ilmi verilmiştir. Peygamberimiz’den [sallallahu aleyhi vesellem] başka hiçbir nebîye her iki ilim birden verilmemiştir. Mesela bunlardan Hızır’a [aleyhisselâm] bâtın ilmi verilirken, Musa’ya [aleyhisselâm] zâhir ilmi verilmiştir. Peygamberimiz’e [sallallahu aleyhi vesellem] ise her iki ilim birden verilmiştir. Her iki ilimle de hüküm veren Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], bu özelliğiyle diğer tüm nebilerden üstün olmuştur.226 İmam Süyûtî hazretlerine göre, Hızır [aleyhisselâm], çocuğu şeriat hükümlerine göre öldürmemiştir. Çünkü şeriat, çocuk yaşta birinin henüz işlemediği bir işten dolayı öldürülmesine cevaz vermez. Hızır’ın çocuğu öldürmesi onun nebîliğine ve ona verilen bâtın ilme has bir durumdur. Bunu da Şeyh Takıyyüddin es-Sübkî’nin [kuddise sır- ruhû] şu sözüyle desteklemektedir: “Hızır’ın [aleyhisselâm] çocuğu öldürmesi, kâfir tabiatlı oluşu sebebiyledir ki bu da bu olaya has bir durumdur. Zira çocuk (yaşta) birinin öldürülmesinin şeriata göre câiz olmadığı bilinmektedir.” 227 Bundan dolayı, zâhir ilim sahibi Musa [aleyhisselâm] durumu anlayamamış ve kabullenememiştir. Sûrede ifade edildiği gibi Musa’ya [aleyhisselâm] verilen ilim zâhirî, Hızır’a [aleyhisselâm] verilen ilim ise bâtınîdir.
Sûfîler, şu hususlarda da icmâ etmişlerdir: Gözler O’nu idrak edemez. Zanlar O’nu kavrayamaz. Sıfatları değişmez. İsimleri tebeddül etmez. Böyle devam eder ve zeval bulmaz. Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın olan odur. O, her şeyi bilendir. O’nun misli hiçbir şey yoktur. O, işiten ve görendir.”173
Sufilerin İtikadı
Allah’ın zatı; başka hiçbir zata, sıfatları hiçbir sıfata benzemez. Mahlûkların tahmini O’nu [cellecelâluhû] kavramaz. Sonradan olanlardan öncedir. Her şeyden önce O vardı. O’ndan başka kadîm yoktur. Ne cisim, ne gölge, ne şahıs, ne sûret, ne cevher ne de arazdır. Kendisi için ne (parçaların bir araya gelmesiyle) birleşme ne de ayrılma vardır. Ne hareket halindedir ne de sükûn. Artmaz, eksilmez. Ne parçalardan, ne cüzlerden, ne uzuv ve ne de âzalardan müteşekkildir. Cihet (yön) den münezzehtir. Üzerine âfetler cereyan etmez, uyuklanmaz, vakitler üzerinden geçmez. İşaretler O’nu tayin edemez. Mekân O’nu kuşatamaz. Üzerine zaman cereyan etmez. O’nun hakkında dokunma, uzlet, mekânlara hulûl etme câiz değildir. Düşünceler O’nu ihata edemez (kuşatamaz). Perdeler O’nu perdeleyemez. Gözler idrak edemez. O’ndan önce kablu (önce) yoktur. Ba‘du (ondan sonra) zarfı O’nu sonlandırmaz. Min ( den-dan harf-i cerri) başlangıcı için kullanılmaz. An ( ondan) da O’na izafe edilemez. O’nunla beraber ilâ ( -e-kadar) kullanılama yacağı gibi, hakkında fî ( -içinde) de câiz olmaz.
Tasavvufun Kaynağı
Mutasavvıf ve birçok İslâm âlimine göre, tasavvufun kaynağı, Kur’an ve Sünnet’tir. Bu görüşe göre ismen olmasa da tasavvuf, Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] ve sahabe hayatında mevcuttu. İlk dönemlerde kendisini zühd hayatı şeklinde gösteren bu ilme, zamanla tasavvuf, bu yolun takipçilerine de mutasavvıf denilmiştir.İmam Süyûtî [kuddise
30 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.