Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Peygamberimiz (s.a.v.) efendimiz meczup değil, aksine son derece cazipti. Her işinde doğru olanı, Hakkı ve adaleti uygulamış, bu asil davranışlarından dolayı, halk tarafından “Muhammed’ül Emin” ünvanını almıştır. Manası: Emin olunan yer demektir. Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğe memur olmasıyla da Allah’ın “habibullah” ı (sevgilisi) olmuştur.
Kalp abdestinin muhabbeti, Allah muhabbeti iledir. Ruh temizliği, kalp temizliği ve aklın Hakk düşüncesi, insanoğlunun şerefli olmasının delili olur. Kötü sıfatların anası olan nefsi emmareden kurtulmayı istiyorsak ruh, kalp ve aklımızı Allah'a yöneltmeliyiz ki başımıza gelen insana yakışmayan anormalliklerden kurtulalım. Maddi varlık içinde yüzüp, bu saydığımız, güzellikler denen manevi hasletler yoksa o madde onun mezar toprağı gibidir. Nasıl mezar toprağı onu örtüyorsa o manasız madde de o kişinin manasını örterek maddenin kurbanı olur. Pir Seyyid Mustafa Altun
Reklam
İnsan bütün âlemlerin üstünde önemli ve değeri üstün bir varlıktır, çünkü Cenab-ı Zat kendi bütün arzu ettiği tecellileri insan yaratığında zuhura çıkarmayı diledi. Âlemlerin âlemi olan insan yaratığında âlemlerin, cin ve meleklerin ha- beri olmadığı özellikler vardı. Allah’ın mutlak olan vücudu maneviyesinden hâsıl olan insan, Hakkın bir minyatürü halinde göründü. Yalnız bu görüntü bütün âlemlerin kesafetleşmesi gibi, insan esmasında da görünür oldu. Bahsi geçen İnsan’ın tarifi bir inci ile misal verilmekte olup, Cenab-ı Bari’nin o inciye Celal ve heybeti ile nazar ettiği söylenir. Bir kızın erkeğe derinden, gözünü gözüne odaklayıp yahutta erkeğin kızın gözlerine gözünü kırpmadan baktığı gibi. O bakışlardan biri diğerinden fazlaca etkilenerek sevdiğinin önünde adeta heyecandan ve hicaptan erir gibi olur. Bunlar Cenab-ı Zatın insan vücudunda kendi mertebelerini ayan edip, insandan kendinin bilinip aşkını ilan etmesi, zaten misali yukarıda verdiğim gibi, Zat olanın sıfatlarda ve güzel esmalarıyla bilinip görünmesidir. Maksat insan unsuriyetinde yine zati eyilimidir ki, esma ve sıfatlar denilen Ulûhiyet bilincinin bir olan Vahdete inişidir. (Zat’a iniş) Vücud mertebesi olan Vahdetten halk ettiği insan ismine inip, İnsan’ı kendisine örtü etmesi ve maske olarak takınmasıdır. Demek ki, Celal ve heybetiyle inci denilen mertebe-i ruha tenezzül etmesiyle hâsıl ettiği fiziki bedende gizleyip, şekil gibi gördüğümüz unsurları kendi hakikati olan vücudunu yani zatını insanın dış görünümüyle gizlemiş oldu. Bir nevi tesettür, inci hakikat-i Muhammediyedir. Pir Seyyid Mustafa Altun
HAKİKATİN ŞERİATİ Allah hidayet ve inayeti üzerine bulundurduğu kulundan ikilik perdesini kaldırır. Allah’ın yolu Peygamber makamında şeriat yoludur. Bu yolun yolcularına Allah’ın emir ve yasakları vardır. Bu emir ve yasakların tebliği şeriat peygamberine verilmiştir. Ümmetlerini doğru yola iletir. Allah’ın, ilim irfaniyet evi olan peygamberlikle görevlendirilmiş bireyin kalbi, arşullahtır. Allah’ın o bireyde, sonsuz aşk ve feyzini esirgemeden mazharı aşk olan âşıklara vahdet evinin bahçesinin kapısını açık tutar. Âşıklar o kapının feyz coşkunluğundan vahdet şarabı içerler. İçtikleri görülmeyen latif bir iksirdir bu şarapla sarhoş olurlar (şaraben tahura) te-şe=tevhid şarabı. Şeriat peygamberi yasakları tebliğ etmekle görevlidir. Peygamber ayrıca velidir. Bu veliliği ile de peygamberliğinin görevini sürdürerek ayrı olarak ta, iç âleminde bulunanı şeriati ile birlikte tanıtır. Bireye iç alemindeki nurun ışığının dış şeriate yansıyıncaya kadar (için ve dışın bir olması dır); şeriat öğütleri ile birlikte, az yemek, az uyumak, az konuşmak, zikri ibadetle meşgul olmak, Allah’ı bilmek, dünyaya fazla itibar etmemek, dünyada bulunan her neyse Allah’tan fazla sevmemek eğitimini verir. Şayet bu eğitim üzerine tam yürümüşse, o velidir. Şeriat peygamberinin kalbi hem içeriyi ve hem de dışarıyı gözler( yani içerideki vahdet âlemi ve dışarıdaki kulluk olan kesret âlemini gözler)ancak gözleyen birleyen yine Allah’tır. Allah’ı bilme ve görmekliğiyle onun zuhuruyla kendinden geçer. Kendi beşeri varlığını görmeden, onu onun basariyetiyle görür görüntüye de gelirse, o zaman o bir Kâmil’dir. Pir Seyyid Mustafa Altun
Cenab-ı Allah siz neredeyseniz ben sizinle beraberim buyurdu. Burada birçokluk ifadesi var. Bu ehline malumdur. Cenab-ı Allah söylenenlerin cümlesine camidir. Çünkü Allah dediğimiz latif olan varlık, cümle yaratıklarda münezzeh ve münezzeh olmayan durumuyla hâkimdir. Ferdiyetiyle şöyledir; secde konusunda olsun diğer fiillerinde olsun. Secde etki
Muhammed’in Vücud sarayı kâbesinde zatıyla, sıfatlarıyla, fiilleriyle, güzel esmalarıyla mevcud olan tek yaratıcı Allah’tır. Allah’tan başka mal sahibi, mülk sahibi kimse yoktur ve hiçbir yaratıkta yoktur. Kendinden gayrılarda. Muhammed Mustafa’nın vücudu enfüsünde ve afakında Allah’tan başkası yoksa bu cümlenin hakikat cihetine bakmamız iyi ve sağlam düşünmemiz lazım. Buradan seyrettiğimizde Muhammed’in esma-i aynasından tecelli eden Cenab-ı Zülcelal vel ikram Muhammed’de hiçbir varlık bırakmamış. Muhammed HU’ya gark olmuş. İkiden bir yok olmayınca biri görünmez. Ancak birin ikincisi kaybolunca TEK kendini gösterir. Yok, olmayınca BİR kendini göstermez. Çünkü seni yaratan var gibi gösterendir. Birin varlığıdır. Sen ikincisin. Yani birin gölgesisin. Gölge çekilince sırf yaratan kalır. Gölgenin de ortada olmasıyla gölge varım der. Gölge görüntüsü bağlı bulunduğu varlığa bağlı. Esas onun zuhuruna sebep bağlı bulunduğu varlıktır. Kendinden türemiş gibi görünse bile onun vücudu yoktur. İşte bizde aynı o gölge gibiyiz. Fakat gölge görüntüsü itibariyle kendinin var olduğunu zanneder. O hâlde kul olmaya taliptir. Talip olan sonradan yaratılmış gölge olan kul, yaratıcısına hizmet etmesi gerekir. Hizmet; sahibine iyi bir görünüm sağlaması için onun emir ve nehiylerini tam yerine getirmesidir. Kulluğunun icabı kendisinin Hakka alet olmayı kabul edip, hayâlden geçip gerçeğe soyunması gerekir. İşte o zaman cenab-ı Allah kutsi ayetinde ben o kulumun işleyen eli, yürüyen ayağı, görüşü ve işitişi olurum buyuruyor. Pir Seyyid Mustafa Altun
Reklam
Cenab-ı Peygamberimiz yapılan ibadetlerin geçerli olması için olgun bir kâmile gitmemizi salık veriyor. “Küfür iman, iman küfür olmayınca kalenderlik hâsıl olmaz.” Bu sözlerin manası ancak Kâmil ile anlaşılır. Hazreti Pir Mevlanâ bir yerde şöyle buyuruyor; “Ben Allah’ı kilisede bulduktan sonra, Kâbeye gitmeme lüzum kalmadı.’’ Görüyorsunuz ki
GECE VE GÜNDÜZÜN HALK OLMASINDAKİ SEBEP: Bu konuda KALP sahiplerinin düşüncesi ve AKIL sahiplerinin düşüncesi nasıldır? Gece hali başladığında kalp sahipleri şöyle düşünür: Yaradanın dışında bulunan bütün yaratıklar evlerine çekilirler. Gece karanlığı birliğe işarettir. Gündüzün güneşi yerine ulaşınca gecenin karanlığı çöker. Çökme sonunda VAHDET tecelli eder. (Birlik) Bu birlik Allah’ın Zatıdır. İlahi Zattan başka kimse kalmaz. Vahdet tecelli edince gündüz çalışan ve uyanmış olan bütün canlılar gece ölü mesabesindedir. Uyku ölümün benzeridir. Kesret yaşamı, kesrette bulunan cümlesini Allah’tan uzaklaştırarak kendi maişetlerini temine çalıştırmaktadır. Bu çalışma üç kişiye göre değişmektedir. Birincisi gözleri görüyor, kulakları işitiyor, aklı çalışıyor, dili söylüyor. Bu hassalar sadece kesrete dair olanlardır. Sinedeki göz kör olunca zahir görüşler ve işitişler Hakkı bilemez ve işitemez. Kesreti gören göz ve kulak kesretle meşgul olduklarından Allah ile alakaları azalır. Kesretle uğraşanlar için Allah’ın şu çağrısına dönelim: ‘’Ey İman edenler, Allah’a yakın olmak istiyorsanız bir vesile arayın. Bu vesileyi aramakta çok cihat ediniz ki kurtuluşa varasınız.’’(MÂİDE 35) Pir Seyyid Mustafa Altun
Tahkik önder olan mürşidi kâmildir. Tahkik olan insandan inancın ne olduğunun, namazın ne olduğunun, orucun ne olduğunun esasını öğrenip yaşadığımızda, işte o zaman nereye gideceğimizi, nereye layık bir yaratılışta olduğumuzu biliriz. Yapılan ibadetler o zaman bize faide teşkil eder. İbadet ve inanmakla oraya vasıl olunmaz dememdeki maksat bu idi. Cenabı Allah kimsenin ibadet ve taatlerine bakmaz, kalp ve niyetlerine bakar. Yapılan ibadette gaye var mı, yok mu? İşte ona bakar. Yapılan ibadette bir gaye olmayacak. Gayesiz ibadet makbuldür. İbadetinde cennete kavuşmak veya cehennem korkusu varsa, inancında da böylesi düşünceler varsa o ibadet ibadet olmaktan çıkar. Yapılan tüm ibadet ve inançlar da asla gaye ve beklenti olmayacak. Kadiri tarikatının kurucusu, evladı Resul olan Abdulkadir Geylani k.s. hazretleri, cenabı Allah’a münacaatında şöyle buyuruyor: Ey yüce varlık sana beni yaklaştıracak olan hangi ibadet makbuldür? Cenabı Allah’tan cevap: “Bana seni yaklaştıracak olan, benliğinden sıyrıldığın andır.” İşte Allah’a vasıl olmamız için, işlerimizde, ibadetlerimizde gaye edinmeyeceğiz. Gönlümüzde Allah’tan başka bir şey olmayacak. Kâinatın güneşi, yaratılmışların en üstünü ve faziletli olanı, derecesi bütün peygamberlerden üstün, Hakk’ın tüm tecellilerine mazhar olmuş ve şefaat izni verilmiş olan Hz. Muhammed s.a.s. dahi hiç bir şekilde mütevazilik olgusunu elden bırakmadan kulluğu ile iftihar ederek görevine devam etmişlerdir. “ene beşerün mislüküm” Ben de sizin gibi bir beşerim buyurmuşlardır. Pir Seyyid Mustafa Altun
Tevhid olmayınca da kişi ef’al-i ilahiyeyi zevk edemez. Şirkte ve ikilikte kalır. Burada asıl olan ahlaktır. Kitaba ve sünnete uygun harekettir. Çünkü Allah’ta kötü sadır olmaz. Kötülük ise nefsin hükmüdür. Ancak araz olan, nefisle mukayyed olup, nefse aittir. O halde fiillerin tecellisinde kulun nispeti kalkıp Hakk’a nispet edilirse, kişi kötü fiilinden ve kötü davranışından kurtulur. Artık o kimseden hayır ve hasenet açığa çıkar. Bu bakımdan ef’al’in tevhidini idrak eden hakikat yolcusu demektir. Vücutta tasarruf edenin kim olduğunu bilmek kemale işarettir. “O vakit bütün fiiller Hakk’ındır ve suretler ise O’nun aletleridir.” Pir Seyyid Mustafa Altun
23 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.