Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
-Susunuz! -Peki susayım, fakat bu sükutum da size dilimin söylediklerini anlatmayacak mi?
Sayfa 161Kitabı okudu
Siper ve ateş, onun derisini yaldızlı bir esmerlikle yakmış, fakat ruhuna tecrübenin, azmin o altın zırhını giydirmişti.
Reklam
Çünkü bir memleketi boşa akan göz yaşı değil, yerinde dökülen kan kurtarır!
Geçen sene bir tane oğlum cepheye gitti. Üç aydan beri ondan da mektup almaz oldum. Bugün belki bir şehit babasıyım.
Anadolu'daki vadiler, yarlar, uçurumlar insanın hayalini ve arkasını soğuk soğuk urpertir. Göçlerin, kavgaların, cinayet ve soygunculukların sahnesi oralardır.
Evsiz ekmeksiz, bezgin bir halk, dünya, onların zafer destanını terennüm ederken onlar, ölümün gözlerinin içine bakıyorlardı
Reklam
Gazeteciye vatandaşın cevabı...
Kaç ev mi yandı? Bütün köy yandı. Kaç adam mı öldü? Sayısını Allah bilir. Eşkıya gelir, öldürür; düşman gelir öldürür, yakar, soyar. Görüyorsunuz ya, ne ev, ne yiyecek, ne giyecek var.
"Altı yüz senelik mefahirden göğsü kabararak, gözleri büyüyerek bahseden bir millet, altı yüz seneden beri beraber sürüklediği cehaletin kurbanı olmuş, kitab-ı mefahirini kapatmıştı."
Sayfa 120Kitabı okudu
Vatanı kurtarmak için vatandaşını öldürmek !
"İşte hükümeti sevmeye sevmeye, öldüreceği vatandaşlarına acıya acıya, kardeş kanı dökmeğe mecbur idi. O, hak yolunda evladını kurban etmek isteyen babadan, namusu uğrunda kardeşini boğazlayan biraderden başka bir şey değildi. Vazifesi, vatanını kurtarmak için şaşkın vatandaşlarını öldürmekti. Bu ne kadar acı idi!"
"Evet, hükümet zalimdi, idare bozuktu, mütegallibe zayıfları eziyor, rüşvet her kapıyı açıyordu. Ah! Bu zulmü kırmak, bu mütegallibeyi ortadan kaldırmak; İslam, Hrıstiyan, bütün vatandaşlara bir iki parlak ufuk ve bir iki namuskar hayat vermek lazım idi. Bu lüzumu kime anlatacaktı? Bunu arılayanlar ne kadar mahdud ve ne kadar dağınık idi. Bunları bir yere getirmek, sonra bu çetelere karşı değil, o zulme karşı yürüyerek onu bir daha dirilmeyecek surette öldürmek, sonra çetecilere: İşte size bir kardeş kucağı! Buraya sarılın da beraberce bu vatanı yükseltelim! demek ne kadar mümkünsüz idi."
Reklam
Hükümetin elinde kilise meselesi Salih Ağa'nın delik kiremiti gibiydi...
"Salih Ağa isminde bir adam, dam aktarır, öyle geçinirmiş. Epey bir para kazanır, artık köyüne gitmeye karar verir. Oğlunu yanına çağırır, der ki; oğlum ben köye gidiyorum, sen benim sanatıma devam et, müşterilere söyledim. Allah razı olsun iyi adamlardır, lazım oldukça seni çağıracaklar. O, kalkar gider. Aradan birkaç ay geçer, bir de ne görsün, oğlu çıkmış geliyor. Salih Ağa, sorar; oğlan burada işin ne, sen neye geldin? Çocuk der ki; babacığım, senden sonra beni birkaç defa çağırdılar. Hangi evden istedilerse gittim, dama çıktım, akan delik kiremiti buldum, onu yere attım, yerine sağlam kiremit koydum. Mahallede artık hiçbir ev akmaz oldu. Ben de ne yapayım, kalktım sana geldim, Salih Ağa çocuğa haykırır, ah aptal oğlan, ah aptal oğlan, ben yirmi iki sene delik kiremidi, bir köşeden öbür köşeye dolaştırmakla geçindim. O köşe oldu ama şimdi bu köşe bozuldu diye beni tekrar çağırırlar, ben yine delik kiremitin yerini değiştirirdim. Hiç delik kiremit atılır mı? İş­te hükümetin elinde kilise meselesi Salih Ağa'nın delik kiremiti gibiydi, çocuklar o kiremiti atıp yerine sağlamını koydular, işi temizlediler. Artık Rumeli damı akmaz oldu; fakat galiba o mahallede artık bize iş kalmadı, ekmek kalmadı."
Araplar da bize aynısını söylüyor
"Biz istiyoruz ki Bulgarlar, Bulgar kalsın. Rumlar istiyor ki Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Ulahlar tekmil Rum olsun. Biz kendi lisanımızda ibadet etmek, ayinlerimizi kendi rahiplerimizle yapmak istedik, onlar, mutlak Cenab-ı Hakk'a Rumca söyleyeceksiniz ve aranızda biz tavassut edeceğiz dediler."
"Hiç alışmadığım için, semerin üstünde pek çok zahmet çektim ve günaha girdim Velika'cığım. Çünkü öyle bir şey ki, insanın elinde değil... Ve başka türlü oturmak da olmuyor."
“Eylül mavi bir rüyanın gökyüzünden akan maviliğindeydi denizleri kıskandıran maviliğinde puslu bir camın arkasında saklı masumiyeti bakan aklıydı aşkın duada büyüyen saflığı dualarda dillenen adıydı eylül…”
Mustafa Nihat ağacıkoğlu- Eylül şiiri
"Ayşe, şimdi paçavralar içinde inleyen solgun bir hayal idi. Bütün bu felaketlere büyük Türklük için katlanıyordu; genç kocası onu, Türklüğü kurtarmak, "Hakanlardan kalan büyük emeli" söndürmemek için yalnız ve aç bırakmıştı. Bugün de şahin bakışlı yavrusu Mustafa, imparatorların bile söndüremediği o büyük ve güneşli gayeye doğru koşuyordu; Onun için çalışıyordu."
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.