Yine masadayız sayın okur. Hatta masanın kendisiyiz artık bir nevi, antlaşmalar, dertler, politik savaşlar, şiirler, romanlar, çaycı Ahmet abi, kara sevdası İlknur abla… Birçok konunun kafamızın içinde yer ettiği yaşlardayız. Kendimizden çok etrafımızı kurtarmaya, kendimizi ise unutmaya çalışma evresindeyiz. İlk aşkımızı, ilk yazımızı, bedava çıktı diye sevindiğimiz cipsimiz tadını unuttuğumuz ama halen bir yeri çok özlediğimiz bir zamandayız. Yine de yaşıyoruz bunca şeyle. Yaşamak mecburiyetindeyiz çünkü. Büyüklerin zor dediği zamanları görmedik biz hiç, bizim zorumuz istediğimizi alamadığımız, neden olmadı diye hayıflandığımız şeylerde saklı daha çok. Köylü çocuklarından değiliz biz, şehirlide olamadık hiç. Hep bir araftayız bu yüzden. Romanlardaki kötü karakterle merhamet edecek kadar saf, sevda uğruna kendimize merhamet etmeyecek kadar kötüyüz biz. Kitap okur, çay içer, klasik muhabbetleri yapmamaya çalışırız. Aradığımız kendimizdir ama kendimizde olmayacak şekilde ararız. Ne yaparız çoğu zaman bizde bilmeyiz aslında. Suni gündemlere takılmadan yaşamaya çalışır, boynumuza vurulmak isteyen zinciri kırarız. Anadolu çocuğu olmaya çalışırız kimi zaman, kimi zaman ise şehirli bir eliti taklit ederiz. Ama dedim ya, kendimizi bulamayız biz. Bulmaya çalışır ama bulmamak isteriz, kaybedeceğimizi biliriz çünkü. Ne kadar karışık değil mi? Aslında basit olan bizim için en güzel yoldur ama her zaman zorlaştırmayı severiz biz. Mazoşist miyiz peki? Hayır o da değiliz. Dedim ya, ne olduğumuzu daha çözebilmiş değiliz. Masal gibiyiz daha çok sayın okur, bir varmışız bir yokmuşuz, bir yazmışız bir susmuşuz.