O an kelimeler hayat bulmadı dudaklarımda. Aksine henüz doğmamış yüzlerce kelime intihar edip cenazelerini ana rahminde bırakmış gibi hissediyordum. Öylesine yarım kalmış, öylesine bitik…
Ne kadar belirsizlik varsa olduğu gibi üzerime yığılmış. Tadına varamadan damağımda bırakıp gitmişsiniz üstelik. Neydi bunun adı sahi. Kime bakıp çıktınız kalbimin odalarında. Aradığınız neyi bulamadınız, yahut ne fazla geldi. Öylesine uğradığınız bir kapının ardından yazıyorum, yorgun saatlerimdeyim. Yine gülüşünüz araladı zira göz kapaklarımın ardını. Belki diyorum. Belki bana bakıp bu kadar güzel gülümsemeseydiniz, çoktan yerle bir etmiştim içimdeki evinizi.
Bayım, bana her dokunduğunuzda kalbimde bir şeyler filizleniyor. Henüz adını koyamadığım, yalnızca sizin toprak olabileceğiniz bir şeyler. Bana ne zaman dokunsanız, içimde öldürdüğüm ne varsa hayat buluyor, sizinle yeniden doğuyorum.
“Bayım, benden gitmek için attığınız her adımda kalbim bu korkunç ritimden dolayı sarsılıyor. Lütfen, ayak seslerinizi duyamayacağım kadar uzaklaşmayın. Zira bu ritmi taklit eden kalbim, durabilir…”
Siz beni ağlattığınızda dudaklarımdan kaçmasın diye elimi sıkıca üzerine kapattığım hıçkırıklarım var bayım. Bir de beni mutlu ettiğiniz zamanlarda duyulmasın diye elimi üzerine kapattığım sevinç çığlıklarım. Çünkü biliyorum ki, yalnızca tuttuğunuz ellerim dudaklarıma değerse dizginleyebilirim kendimi.