Küçüklüğünden beri hissettiği suçluluk, özgüvensizlik, yalnızlık ve dışlanma duygularına Deborah’ın zihni bir savunma mekanizması geliştirir: Şizofreni.
Duvarları demir parmaklıklara bezenmiş akıl hastanesine bırakıldığında, asıl yolculuğu başlar Debby’nin. Her bir deli, sabahları iç dünyalarının karanlığına; geceleri, acı veren sıkı iplerin kollarına hapsolmaktadır çünkü.
“Dünyada yaşayanlar için, pencerelerden içeriye gün ışığı sızıyordu ama bu ışığın parıltısı ve sıcaklığı algılayamayacağı kadar uzaktı ona. Onu çevreleyen hava hâlâ soğuk ve karanlıktı. Acı kaynağı, etini yakan ateş değil, işte bu sonsuz yabancılaşmaydı.”
Buna rağmen hepsi dış dünya denen düşmandan ve onun yargılamalarından uzak, nispeten huzur içinde yaşayıp gitmektedir. Ta ki, küçücük bir “belki” Debby’nin ruhunda filizlenene kadar.
“Tanrım, işkencelerini çok kurnazca yapıyorlar!”
“İplerle bağlamalarını mı kastediyorsun?”
“Umudu kastediyorum!”
Yer yer ağladığım, yer yer kendimi Debby‘de bulduğum, bana “belki de herkes biraz delidir” diye düşündüren bir kitaptı.
Olay romanlarındansa kişinin iç dünyasını merkeze alan kitapları okumayı seven herkese şiddetle öneririm.
Aldatmadığın sürece güvenmediğin bir ilişkiye devam etmek ikiyüzlülüktür asıl. Gerçek bir ilişkiden söz edemeyiz orada. İçinde huzur ve güven olmayan bir ortaklıktır o. Gerçek ilişkiler güven doldurur, huzur doludur.
Sahnede biri prensi, bir başkası danışmanı, bir üçüncüsü hizmetçiyi ya da askeri ya da generali vb. oynar. Ama bu farklılıklar yalnızca dış görünüştedir: İç dünyada böyle bir görünüşün çekirdeğinde, herkeste aynı şey yatar: Eza ve cefa içinde yoksul bir komedyen. Yaşamda da böyledir. Rütbe ve zenginlik farklılıkları herkese oynayacağı rolü gösterirler; ama bunlara asla içsel mutluluk ve hoşnutluk farklılıkları karşılık düşmez; burada da, herkesin içinde aynı zavallı saf adam vardır; elbette malzemesi herkeste farklı olan ama biçimi, yani asıl özü gereği herkeste hemen hemen aynı olan eza ve cefa içinde; derece farklılıkları bulunsa da, bunlar asla rütbeye ve zenginliğe, yani role göre ortaya çıkmazlar. Çünkü insan için var olan ve olup biten her şey, her zaman dolaysızca onun bilincinde vardır ve orada olup biter; bu yüzden önce önemli olan, açıkça bilincin niteliğidir, ve çoğu durumda, içinde ortaya çıkan biçimlerden çok, bu niteliğin kendisi söz konusudur.
Hepimizi buraya davet etmesinin bir nedeni vardı. Sadece tatilin tadını çıkarıp sonra da eve dönmeyecektik. Sanırım bunu hepimiz biliyorduk. Asıl soru ise şuydu: Ne kadar ileri gitmek istiyordu?
Asıl yanlış hareket, yenenlerin yenilenler hakkında insaflı davranacaklarını kabul etmekle başlamaktadır. Onun için biz Osmanlı devlet adamlarını, Wilson prensiplerine samimi olarak inandıklarından; bel bağladıklarından ve netice itibariyle saflıklarından ve bilgisizliklerinden ötürü kınayacağız. Çünkü bu nitelikleridir ki, onları tarihte bir örneği az görülen böyle bir mütarekeyi imzaya götürmüştür, yine bu nitelikleridir ki, Osmanlılar lehine tek bir hükmü bulunmayan bu mütarekenin özellikle yedinci ve yirmi dördüncü maddelerinin korkunçluğunu anlamalarına imkân bırakmamıştır.