Bir ada..
Gelenlerin öleceği söylentisi yayılmış olan, gel-gitlerin etkisinde, çift güneşin doğduğu, müze-kilise-havuz üçlüsünden oluşan ama insanlardan arınmış bir ada...
Robinson Crusoe misali kendine bu adada tek başına bir hayat kuran, siyasi görüşü sebebiyle ölüme mahkum edildiği için polislerden kaçan bir adam...
İnsan, sonsuz bir
Nazan Bekiroğlu’nun çok naif bir dili var. Hangi kitabını okusam elimde kırılgan bir şeyler tutuyormuş gibi hissederim. Bu kitap da öyle; uzak ama yakın, geçmiş ama şimdi, hayal ama gerçek…
Altı başlık vardı kitapta. İlk başlık Be idi. Elif’in Be’ye kavuşamamasıydı; yarım kalmış bir aşktı. "Aşk Elif’in Be’yi bildiği kadardı."
Bir
Yakınlık ve uzaklık. Mesafeler midir ölçüt? Ya da birkaç rakamın, çok da anlamlı olmayan bazı kalıplara sığması mıdır?
Yakın ve uzak nedir, neye göredir? Burnumuzun ucu bazen en uzağımız iken, Kaf Dağı bazen en yakınımızda değil midir?
"Sen hiç sevmek nedir bilir misin? Kendi gövdeni rüyanda görür gibi, seni tamamlayan birine özlemle bakmak nedir, bilir misin? Aşk nedir, bilir misin sen?"
Evliliğin aşkı öldürmesinin yahut içten içe kemirmesinin kötülüğü üzerine konuşup duruyoruz her fırsatta. Hatta ölen aşkımızın ardından içten içe hayıflanıyoruz. Yıllar geçtikçe mutsuzlaşıyor, evliliğimizin ilk anlarında yaşadığımız haz ve heyecanı bulamamaktan dolayı karamsarlığa düşüyoruz.
Tüm dünyaya paralel olarak ülkemizde de boşanma