İyi bir ruh halindeyken okunmaması gereken bir kitap. Yazılanların tam olarak anlaşılabilmesi için biraz mutsuz ve aşk acısından muzdarip olmak gerek zannımca; o zaman bu abartı görünen romantizmin aslında ne kadar sade ve gerçekçi olduğu farkedilebiliyor. Bu kitabın bir ruh taşıdığı inkar edilemez bir gerçek.
Aşk romanı dünyası genelde aşk üçgeni konusunu işler ve olaya neredeyse her zaman başrol kız ve başrol erkeğin gözünden bakar. Üçüncü kişi bize ve hikayeye bir yüktür, yine de onu severiz. Kitapta ise bu durum, nişanlı bir kıza aşık olan adamın gözünden görülüyor bu sefer. Kitabı ayıran özelliklerden belki de en önemlisi bu.
Genel okuyucu kitlesi, roman okurken önce işlerin karışmasına, sonlara doğru ise düğümlerin çözülmesine alışıktır fakat bu kitap içinden çıkılamaz bir matematik denklemi kadar karışık. Sonunun böyle olmamasını, kitabın daha uzun olmasını ve hikayenin "gerçek" sonunda ne olacağını öğrenmek isterdim fakat bunu öğrenemiyor olmak da en önemli ikinci özelliği olsa gerek.
Son olarak, keşke kitap daha az betimleme bulundursaymış, bazı yerleri okumadan sadece göz gezdirdiğimi itiraf etmeliyim. Az ama boğucu betimlemeler var, yine de bir Proust'unki kadar zorlayıcı değil:)